Arif Dirlik'in bu yazıdaki önerisinin tamamını okumak için ltf. tıklayın: http://vistilefakademik.blogspot.com/2009_07_19_archive.html
16 Ağustos 2009 Birgün-Pazar
KÜRT AÇILIMINA AÇILIM: ARİF DİRLİK’İN “EKÜMENİK DÜNYA” ÖNERİSİ
PROF. DR. VEYSEL BATMAZ
Biraz demlenmesini bekledim. Biraz da “Kürt Açılımı” adı altında sunulan gidişatın mesafe kaydetmesini... Çünkü ilintili. “Stratejik derinlik” diyenlerin biraz derunî olmalarını beklemek hakkımız değil mi?
Arif Dirlik’in Birgün’de beş gün süren (18-22 Temmuz 2009) genel olarak Çin tarihinin güncelliği ile ilgili fakat Sincan olaylarıyla birlikte global modernitede yeni durumun yarattığı olgulara da çok önemli bir “ekümenik dünya algısı” önerisiyle değinen yazı dizisinin içeriğini özümsemek, içerdiği teorik gerilim ve yenilik nedeniyle zaman alacaktı. Türkiye’de sosyalist solun kendini diğer politik konumlardan ayırması için teorik yazı ve tartışmalara ağırlıkla yer verdiği bir günlük gazetenin artık zamanı gelmiş durumda olduğunu düşünmek de bu demin bir parçası. Belki yanılıyorumdur. Belki de, Birgün bunu başarabilir. Bütün yurtsever sosyalist solun teorik güncelliğini, gündelik bir yayın formatında yakalayabilir. J. P. Sartre’ın Les Temps Modernes’de (Modern Zamanlar) yakaladığı gibi. Arif Dirlik’in Çin ile ilgili geniş kulvarlı teorik yazısını, uzun zamandır Arif Dirlik konusunda birlikte çalıştığımız Birgün editörü Ali Şimşek’in benden çevirmemi isteyişinde bu açılımın kıvılcımı var gibi geldi bana. Arif Dirlik’in yazısı demlendi mi bilemem ama konuyu fazla da soğutmamak gerekli çünkü elimizde bir güncel “açılım” var. Açılım, perspektif demek. Açıyı yakalamak demek.
****
Bu düşüncelerle, bu yazıda, dünyanın en önemli Marksist Çin uzmanlarından Arif Dirlik’in Çin üzerine geniş bir açılımla kaleme aldığı teorik makalesini geçtiğimiz günlerde Birgün’de okuyanlarınız için bazı ek ve Türkiye’de tartışılan “Kürt sorunu” ile ilgisi kurulabilecek bilgiler vermek gereksinimini duyuyorum. Daha yerinde tartışılsın diye, eğer tartışılacaksa, ya da güncel Kürt “açılımına” katkı sunacaksa... Dirlik’in makelesinin asıl metninin dipnotlu tam çevirisini http://vistilefakademik.blogspot.com/’da (http://vistilefakademik.blogspot.com/2009_07_19_archive.html) okuyabilirsiniz.
****
Arif Dirlik, içinde yaşadığımız global modernitenin en belirgin sonucunun, modernite tarafından inşa edilmiş haritalandırmanın artık bizzat modernite tarafından oluşturulmuş veya kavramlaştırılmış “ulus-devlet” mekanizması ve “uygarlık” fikriyle açıklanamadığını; bu iki üst “varlığın” altında kuramsallaşan “kültür,” “yerellik” ve “gelenek” gibi bu iki üst terimsel yapı ile çatışan kavramların yine modernite içinde hızla devreye “sokularak” veya kendiliğinden girerek, kapital kolonyalizmin devamı için zihinsel zemin hazırlamak olduğunu söylüyor.
Post-modernizm ve kaynaklandığı post-yapısalcılık işte bu zemin hazırlayıcı düşünsel buldozerler olarak ortaya çıkıyor. Liberal Sol ve "Kürt Açılımında" bol bol kullanılan kültüralist kimlikçilik, vs. gibi günümüzün moda yaklaşımlarının bu buldozerlerin düzelttiği, Sartre’ın “burjuvazi algısının dizileştirdiği” olarak adlandırdığı zeminde at oynattığıni biliyoruz. Öyle görünüyor ki, 1997’deki post-modern darbeden sonra, şimdi bir de elimizde post-modern “açılım” olacak.
Global modernitede, modernist dönemde olduğu gibi, bu üst ve alt kavram/yapıların tamamının bir arada yaşayabileceği bir dünya eğer mümkün değilse, ki en azından “ulus-devlet” fikri bir tür mağlubiyet yaşıyor gibi ve modernitenin en ayrıcalıklı yapısı olduğu için diğerlerini içinde barındırıyor ve belki de onların da mağlubiyetini hazırlıyor, Arif Dirlik’in önerisi, bu parçlanmışlık ve post-olan her şeye, bütünsel bir açıdan bakarak, ekonomi-politiğin merceğinden, ekümenik bir anlayışla dünyayı kullandığımız (iskan ettiğimiz) kadarıyla birimleştirip, idrak edebiliriz fikrinin çerçevesinde kuramlaşıyor. Bu öneriden ben dünyayı idrakımızın ancak iskan ile başlayabileceği fikrini; iskanımızın ötesine taşmaması projesini çıkartıyorum; yan yana yaşamışlıkların ve “öteki” ile karşılaşmaların işbirliğine dönük algısal çözümü bu. Ya da, bir başka şekilde söylersek, iskan edenlerin, kendi yaşadıkları yerlerin ötesindeki diğer yerlere uzanmalarının sadece algısal ve dayanışmalı boyutta olabileceğini ve oralarla sadece gevşek bir sempati, yani “ekümenik” bir yapı kurulmalı fikrinin nüvesini görüyorum. Bu ekümenik yerküre idrakı önerisi, sadece Birgün’de yayınlandığı kadarıyla, Arif Dirlik’in yazısında yer aldığı içeriğin çok ötesinde Çin dışı mekanlara da uygulanabilir ve özellikle bugünlerde “açılım(!)”lı bir biçimde esnafçı-yarı köylücü/burjuva-kapitalist siyasal iktidarca (AKP) da gündeme getirilen Kürt Sorunu için de önemli bir gerçek işlerlikli açılım olabilir; bu da olmazsa, en azından sosyalist sola bir öngörü kazandırabilir düşüncesi içindeyim. Çünkü, “ekümen” olma fikri, sadece bir fikir değil, ekonomi-politiğin yarattığı somut bir kaynaşma. “Kürt sorununa”, ki bence böyle bir sorunu kimlikli-etnik terimleştirme bile post-modern söylemin girdabında sınıf ilişkilerini yok ettiğinden melûn bir adlandırmadır, ekümenikliği uygaladığımızda, ekümeniklik modernite haritalandırmalarda ayrık kalmış olanların, diğer coğrafyalara kolonyal ya da emperyal olarak sarkmadan, üst algısal bağlarla bağlanmaları demek olacak ki, nasıl “ortodokslar” veya dinsel cemaatler bunu yapabiliyor, Irak, Suriye, İran ve Türkiye’ye yayıldığı ve diasporaları bulunduğu söylenen Kürtler de bunu yapabilme olanağına kavuşucaklar. Bu kafayla biraz zor tabii.
Neden böyle bir algısal çözüme ihtiyaç duyulur deniyorsa, çok ayrıntılı bir açıklamaya girmek mümkün ama kısaca, ulusal-devlet’lerin öyle post-modern söylemde dile getirildiği kadar kolay kolay ortadan kaybolacağı yok da, ondan. Ulus devletle savaşılacağına, daha gevşek fizikî sınırların, algıda değiştirilmesi daha kolay.
****
Bu çerçeve içinde, “ekümenik yerküre idrakı” önerisi, daha Arif Hoca’yı okumadan ve tanımadan çok önceleri ileri sürdüğüm iki görüşümü hatırlatıyor: 2. Irak Savaşı’nın başladığı tarihlerde, haber3.com’da yazdığım düzenli yazılarda, Türkiye’nin bölgede “Petrol ve Su Birliği” kurmasını önermiştim (Kıbrıs’ı Verelim, Musul’u Alalım, Salyangoz Y., ss: 262 ve 324- orijinal yazı 5.07.2003’de haber3.com’da yayınlanmıştı).
Yine, haber3.com’da, 21.07.2003 tarihinde, ABD’nin Irak’a saldırısını değerlendirirken, Türkiye’nin Kuzey Irak sınırının Güney Kıbrıs, Ege, Yunanistan, Bulgaristan ve Ermenistan sınırlarıyla birlikte “Benelux” biçiminde oluşması gerektiğini söylemiştim. (İran’ı ve Suriye’yi bunlar arasında neden katmadığımı, şimdi sorguluyorum.) O zamanlar demek istediğimi Arif Dirlik, teorik olarak Çin’den yola çıkarak, “ekümenlerin oluşturduğu bir dünya biçiminde” öneriyor. Benimkiler harc-ı alem yazılardı; teorik önermelerden yoksundular; güncel siyasal vurgularla yazılmışlardı; bir tek Mehmet Ağar DYP başkanlığı döneminde, benden “Benelux” fikrini intihal etmişti. (Benelux, 1960’da başlayan ve 2010’da bitecek olan, Belçika, Hollanda/Nederland ve Luxemburg’un oluşturduğu ekonomik, kültürel ve sosyal birlik – “Mehmet Ağar’ın İntihali” başlıklı yazım da Kıbrıs’ı Verelim, Musul’u Alalım, ss: 362’de yayınlandı). Özellikle Orta Doğu’nun halkları için, kapital kolonyalizminden kurtulmanın en önemli yolunun bölgesel birlik ve sınırların sanal sınırsızlaştırılmasından geçtiği şeklindeki ampirik önerilerimin teorik temeli, Arif Dirlik’in “ekümenlerin dünyası/yerküresi” önerisi ile tamamlanmış bulunuyor. Doğal ki, onun da vurguladığı gibi bölgesel birlik veya “sınsırsızlık”tan da öte bir anlamı var ekümen’in.
“Ecumene” (œcumene, oikoumene, οuκουμένη- oikéō) “iskan edilmiş yer” demektir. Ekümen, ekonomi (oikonomia=iskan edilen yerin –hane- yönetimi) ile söz kökü (etimoloji) paylaşan bir terimdir. Çağdaş kullanımda, ya birleşik Hıristiyan Kilisesi ya da “dünya uygarlığı” tanımında kullanılır. Ancak Dirlik’in kullandığı anlamda, belki de çatırdayan bir ulusal-birlik/devlet yapısının idrakı ve kabulü fikrinin, uygarlık, kültür, gelenek ve geleceğe ilişkin tam bir Kopernik Devrimi türünden paradigma değişimi ile yok edilmesi önerisini içermektedir.
Ulusal devletlerin öyle kolayca ortadan silinip yok olacağını sanmıyorum. Ulusal (köken olarak kabilesel, ırksal, aşiretsel) devletlerin, modernitede kurumlaştığını ve sağlamlaştığını yadsımadan, pek de tek başına modernite (ve “Batı”) ürünü olduğunu da düşünmüyorum. Modernitenin son bulmasıyla da, eğer son bulursa, son bulacağı fikrinde değilim. İşte bu nedenlerle, ulusal devleti algısal olarak dönüştürmenin paradigmatik temelini Arif Dirlik’in “ekümenlik” fikrinde yattığı tezini tartışılabilir buluyorum.
11 Eylül’den iki ay sonra yazdığım “İkiz Kulelerin Külleri-Ulusal Devletin Sonu” başlıklı yazımda, 3. Dünya Savaşı’nın çıkarsa, ulusal devletlerle NGO’lar (bizim yanlış olarak STK dediğimiz, Non Govermental Organization-Hükümet/Devlet Dışı Örgütler) arasında veya NGO’larla NGO’lar arasında yaşanacağını ileri sürmüştüm (Kıbrıs’ı Verelim, Musul’u Alalım, s: 157). Bu görüş de, Arif Dirlik’in “ekümenlerin yer küresi” önerisiyle teorik destek bulmuş durumda. Çünkü, sayısal iletişim ile çok daha önceleri, 1950 sonlarında, McLuhan’ın “global köy” diye tasvir ettiği dünya zaten bir “sanal ekümenlikler federasyonu” haline dönüşmüş bulunuyor. Bu ekümenler şimdilik kendilerini NGO’lar olarak ortaya koyuyor.
Ekümenliğe (ve ekümenler arası savaşa) bizim yerli örneğimiz de mevcut: Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması ve Rum Ortodoks Patrikliği’nin, Moskova Ortodoksları ile, “kilise-din ekümenliği” iddiası çerçevesinde yakınlaşması fikrinin, kelimenin Eski Yunanca köken anlamına uygun olarak, yeni seküler “ekümen yerküre” fikrine varmak için en azından, Türkiye’de, özellikle sosyalist sol tarafından kopyalanabilecek bir prototip olduğu fikrindeyim. Bir budist tapınağı, kilise, sinegog veya cami, vb., cemaati de NGO’dur. Nitekim, Türkiye’nin dinci cemaatleri, bu ekümenik yerküre algısını ekümeniklik olarak ifade etmeseler de, tarikatların, özellikle Horasan-Hint kökenli Türk dinci tarikatlarının –güncel olarak Vahibileşmiş de olsa ve Vahabileşme aracılığı ile de pekişerek - yerküreyi ekümen olarak algılaması, sınıraşırı ve ulusaşırı birlikteliklerle çoğalması ampirik bir gerçek.
Yazı dizisinde izlediğimiz kadarıyla, Çin ise, Arif Dirlik’in belirttiği gibi, bu seküler (sosyal, ekonomik, siyasal) “ekümen yer küre” paradigmasının, global olarak yaygınlığa ulaşacağı başlangıç noktası olabilir; Çin “dünyanın global fabrikası” olarak, hem içinde barındırdığı karmaşık etnisitelerdeki işçi sınıfı, hem de yerküreyi kasıp kavuran üretim potansiyali ile, bu tür bir iklim oluşturmuş durumda. Ekümen olmak için karmaşık olmak gerekiyor, bir de zihinsel ve maddi üretimi her yere yaymak. Ya da belki de yeni seküler ekümenliğin başlangıç noktası, (arkeolojik ve topolojik olarak bilebildiğimiz kadarıyla) Avrupamerkezci metinsel tarihin de (uygarlığın) başlangıç noktası olan Orta Doğu’dur; Mezapotamya veya Anadolu’dur, kimbilir!
İşte bu noktada, Türkiye’deki sosyalist solun “ekümen yer-küre” algısının fiilî olarak gerçekleşmesinin temelini teşkil eden çapraşık almaşıkları tartışmaya başlaması “yer-inde” olur.
Zaten, Davos’un ekonomik forumuna karşı, Porte-Alegre’nin sosyal forumu (http://www.portoalegre2002.org/homepage.html); G-8’lere karşı küresel savaşım; Chavez türü popülist-demokrat sosyalizm gibi dünyasal gelişmeler de, ekümen dünya, yani “iskan ettiğimizi idrak, iddia ve idare ederiz; başkasına karışmayız; başkasını karıştırtmayız” fikrinin güncel global amprik sonuçları olarak ortaya çıkıyor.
Her türlü dinsel, budizmden, hıristiyanlığa, yahudiliğe ve müslümanlığa, vb. varan fikrin, paradoksal olarak, kapitalizmin tarihsel temelini oluşturan ırkçı ve etnik yapılanmayı, yani, ulus-devleti- yerle bir ederek fakat kapitalizmi tam anlamıyla kabul ile, proje olarak varmaya çalıştığı veya uyguladığı ekümenlik anlayışına, bir “karşı-kapitalist globallik” projesi olarak, Arif Dirlik’in de belirttiği gibi, bir zamanların ulus-devletçi (Sovyet) sosyalizminin uyguladığına biraz benzer, yine ulus-devlet içinden ama belirleyiciliğini yok ederek, yer (iskan) temelli NGO’larla veya ulusal birimlerle varmanın teorik merakını ve ampirik temellerini keşfetmek için, benim önerim, Arif Dirlik’in, Birgün’de yayınlanmış olan “Çin’de Neler Oluyor” yazısını bir kez daha ama bu kez, ekümenikliği odak olarak alarak, daha da hazmederek ve demlenerek okumamız ve tartışmamız. Çünkü, siz de artık anlamışsınızdır ki, Türkiye’de güncel “Kürt açılımını” ancak bu türlü bir gözle çizebiliriz; “çözebiliriz” demek de mümkün değil.