30 Ocak 2010

MARX ve DİN ÜZERİNE KISA NOT

Prof. Dr. Veysel Batmaz

“Din halkın afyonudur.”

Marx’ın din üzerine söylediği bu ünlü söz, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nin (Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie, 1843) “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı” (A Contibution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Right) adıyla anılan "Giriş" bölümünde yer alır.

Marx’ın sağlığında yayınlanmayan bu kitap doktora tezinden üç yıl sonra yazılmıştır. Demokritos ile Epiküros’un Doğa Felsefeleri Arasındaki Fark (1841) adlı tezinde ilk olarak Hegel’den ilham alarak din eleştirisine başlayan Marx, Eski Yunan felsefesi geleneğinde Tanrı kavramı ile en fazla uğraşan, Mısır’in semavî tanrısallığını (Aton--Güneş Dini) Yunan felsefesine sokan ve neredeyse tek Tanrıcı bir dinsel temel kuran Demokrit ve Epikür’ü inceleyerek, doğa-içrek dinin tarihsel ve toplumsal temellerini inşa etmişlerdir. Epikür mutluluk için erdemli bilginin koşul olduğunu, nedensiz korkuların (Tanrı ve ölüm korkusu) yok olmasıyla insanın özgürleşeceğini söyleyen bir filozoftur. İnsan özgürleşince erdemli bir kişi olarak bilgiye daha kolay ve kusursuz varabilir. Bu bilgi (hakikat) ile yaşadığı yeri cennet yapar. Demokrit ise, Epikür’den önce atomist olarak, en küçük parçayı (atom) teorik olarak evrenin dinamizmine yerleştiren kişidir. Leucippus’tan aldığı atom düzeneğinin, kainatın temeli olarak deviniminin (ilk hareket ettiricinin) temeli olarak kabul etmesi, ona karşı çıkan Aristotales’e ilk hareket ettiricinin (Tanrı) varlığı kavramını geliştirmesini sağlamıştır. Böylece, hem Demokrit, hem de Epikür, doğa kavramının düşüncede, idea kavramına üstün gelmesi yolundaki temel taşları oluşurmuşlardır. Marx’ın doktora tezinde irdelediği Yunan filozofları bunlardır.

Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi kitabında Marx, satır satır Hegel’in Elements of the Philosophy of Right (Grundlinien der Philosophie des Rechts) adlı kitabını ele alır ve Hegel’de soyut ve metafizik olarak varolan bütün önermelerin maddi temellerini ortaya koyar. Hegel’de tersine duran dünyayı, “ayakları üzerine” çevirir.

Marx’ın din eleştirisini bir din reddi haline getirenler için Marx’a göre din, insanları uyutan düşünceler menzumesidir. Bireysel olan herşeyin ve insanlığın oluşumunu maddi emek-üretim-mülkiyet ilişkilerinden kaynaklandığını söyleyen biri için (Marx) bu türlü bir din reddiyesinin benimsenmesi ve kasıtlı olarak yaygınlaştırılması, zalimlere, ezilenleri uyutmak amacıyla Marx’ı “kötü” göstermeleri için temel bir argüman olmuştur. Kapitalizm sürecinde bütün coğrafyalarda büyük bir çoğunluğu dindar olan emekçiler ve ezilenlerin kendilerine ne vaad ediyorsa etsin, zalimlerce dine düşman olarak tanıtılan birinin (Marx’ın) peşinden gitmeleri Tanrı tanımazlıkla ve “günah” ile eştir. Ancak, Marx’ın din eleştirisi, hiç de bir reddiye değil, tam tersine, dinin toplumsal işlevlerini bütün çıplaklığı ile ortaya koyan genel bir eleştirel kabüldür. Üstelik dinlerin saf oluşum biçimleri ile Marx’ın önerileri büyük bir koşutluk ve eşlik gösterir. Dinler de, Marx’ın düşüncesi de yoksullara ve ezilmişlere, zalimlerin zülmünden kurtulacakları bir dünya kurmanın yolunu öğretirler, hem de aynı kavram ve kelimelerle. Sadece hitap edilen zaman ve yer ve hitap eden özne değişiktir. Hitap kitlesi aynıdır: Ezilenler, zulüm görenler ve zamanlarının proleterlerdir.

Entelleküel kitlenin çoğunluğunca, ne Yunan felsefesi, ne de Batının orta ve yeni çağ klasik felsefesinin sözüyle ve özüyle bilinmediği Türkiye’de ise, Marx’ın din eleştirisi bir reddiye olarak, çok daha derin ve düşmanca bir kabule sahiptir. Bunun egemen sınıflar için çok büyük bir avantaj, yoksullar ve emekçiler içinse çok büyük bir tuzak ve dezavantaj olduğu apaçık değil mi?

Ben burada tarih boyunca ve güncel olarak zulüm gören yoksullara tuzak olan bu kabulün değiştirilmesi için ilk olarak Marx’ın o ünlü sözünü hangi bağlamda yazdığını, önünü ve sonrasını, Türkçe’de saptadığım çeviri yanlışlarını düzelterek açıklamaya çalışacağım. Çalışacağım ki, bizi biz yapan hikâyeler rivayet değil, ete kemiğe bürünen somut veriler olsun.

“Din halkın afyonudur” cümlesini içeren bölümlerde şöyle yazmıştır Marx:

The foundation of irreligious criticism is: Man makes religion, religion does not make man. Religion is, indeed, the self-consciousness and self-esteem of man who has either not yet won through to himself, or has already lost himself again. But man is no abstract being squatting outside the world. Man is the world of man – state, society. This state and this society produce religion, which is an inverted consciousness of the world, because they are an inverted world. Religion is the general theory of this world, its encyclopaedic compendium, its logic in popular form, its spiritual point d’honneur, its enthusiasm, its moral sanction, its solemn complement, and its universal basis of consolation and justification. It is the fantastic realization of the human essence since the human essence has not acquired any true reality. The struggle against religion is, therefore, indirectly the struggle against that world whose spiritual aroma is religion.
Religious suffering is, at one and the same time, the expression of real suffering and a protest against real suffering. Religion is the sigh of the oppressed creature, the heart of a heartless world, and the soul of soulless conditions. It is the opium of the people.
The abolition of religion as the illusory happiness of the people is the demand for their real happiness. To call on them to give up their illusions about their condition is to call on them to give up a condition that requires illusions. The criticism of religion is, therefore, in embryo, the criticism of that vale of tears of which religion is the halo. ." (Karl Marx, A Contibution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Right http://www.marxists.org/archive/marx/works/1843/critique-hpr/intro.htm . Uluslararası kabul gören İngilizce çeviri.)

Şimdi bu paragrafları, üç Türkçe çevirisinden okuyalım:

Çeviri I:
Çeviren: Kenan Somer

Din-dışı eleştirinin temelini şu oluşturuyor: insanı yapan din değil, dini yapan insandır. Yani din, henüz kendine erişmemiş ya da çoktan yitirmiş bulunan insanın sahip olduğu kendinin bilinci ve kendinin duygusunu oluşturuyor. Ama insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretiyor, çünkü kendileri alt üst olmuş bir dünya oluşturuyor. Din bu dünyanın genel teorisini, onun ansiklopedik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d'honneur'ünü [onur sorununu], kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanmasını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. Din insanal özün doğaüstü gerçekleşmesini oluşturuyor, çünkü insanal öz gerçek gerçekliğe sahip bulunmuyor. Öyleyse dine karşı savaşım vermek, dolaylı olarak dinin tinsel aromasını oluşturduğu dünyaya karşı savaşım vermek anlamına geliyor. Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor. Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor. Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor. (http://www.kurtuluscephesi.com/marks/hegelhukuk.html- Karl Marx'ın Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie [1843] adlı yapıtının Fransızcasından (Critique du droit politique hegelien, Editions Sociales, Paris 1980 / Critigue d'etat hegelien, Union Generale d'Editions, Paris 1976) Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi adı ile Sol Yayınları tarafından Eylül 1997 tarihinde yayınlanmıştır. Çeviren: Kenan Somer)

Çeviri II:
Çeviren: Kaya Güvenç


Dine karşı eleştirinin temeli şöyledir: insanı yapan din değil, dini yapan insandır. Gerçi, din henüz kendi kendini bulmamış olan ya da kendini yeniden yitirmiş insanın kendi hakkındaki duygusu ve kendi hakkındaki bilincidir. Ama insan, dünyanın dışında bir yerlere çekilmiş soyut bir varlık değildir. İnsan, insanın dünyasıdır, devlettir, toplumdur. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini yaratırlar, çünkü onların kendileri tersine çevrilmiş bir dünyadır. Din bu dünyanın genel teorisi, onun ansiklopedik özeti, halkın düzeyine indirgenmiş mantığı, manevi son point d’honneur, coşkunluğu, ahlaki bakımdan onaylanması, gösterişli bütünleyicisi, evrensel avunması ve haklılığıdır. Din insanın hayal’i gerçekleşmesidir, çünkü insanın esas gerçeği yoktur. O halde dine karşı mücadele etmek, dolaylı olarak, dinin manevi kokusu olan dünyaya karşı mücadele etmektir.
Dinsel sıkıntı bir yandan gerçek sıkıntının ifadesi, bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı protestodur. Din aklın içinden atıldığı toplumsal koşulların ruhu olduğu gibi, ezilmiş yaratığın iç çekişidir, taş yürekli bir dünyanın ruhudur da. Din halkın afyonudur.
Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunun beyan ettiği taleptir. Durumu hakkında hayallerinden vazgeçmesini istemek, onun hayallere gereksinmesi olan durumdan vazgeçmesini istemektir. Öyleyse dinin eleştirisi, ilke olarak, dinin halesi olduğu bu gözyaşları vadisinin eleştirisidir. (Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Marx-Engels'ten bir derleme olarak oluşturulan Din Üzerine adlı kitapta (Çeviren: Kaya Güvenç, Sol Yay., 1. Baskı, 1976) bu ünlü deyişi içeren 37-38. sayfaları.)

Çeviri III:
Çeviren: Belli değil

Din karşıtı eleştirinin temeli: din insanı değil, insan dini yapar. Din esasta ya kendisine henüz ulaşmayı başaramamış ya da kendisini yeni kaybetmiş insanın özbilinci ve izzetinefsidir. Ancak insan dünyanın dışında yerleşik olan soyut bir varlık değildir. İnsan insanın, devletin ve toplumun dünyasıdır. Bu devlet ve bu toplum dünyanın tepetaklak bilinci olan dini üretir, zira devlet ve toplum tepetaklak dünyanın ta kendisidir. Din bu dünyanın genel teorisidir. (…) (Din bu dünyanın) ahlâkî müeyyidesi, yegâne tamamlayıcısı, teselli ve mazeretin evrensel temelidir. İnsanî özün herhangi bir gerçek hakikate kavuşamaması sebebiyle o insanî özün hayalî gerçekleşmesidir. Dine karşı mücadele bu sebeple dolaylı olarak ruhanî havası din olan dünyaya karşı mücadeledir.
Din aynı zamanda hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı protestodur. Din mazlum varlığın iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur. (Andy Blunden, Marx Neden Ateist Değildi? Çev: Belirtilmemiş, http://istiraki.blogspot.com/2009_08_01_archive.html )

****

Türkçe literatürde, sözkonusu cümleyi içeren bölümlerin bu tür çeviri farklılıklarını ve yanlışlarını çoğaltmak mümkündür. Üçüncü çeviri doğruya en yakınıdır. Fakat o da Internet’in bulunmaz aleminin içine gizlenmiştir. Biliyoruz ki, Marx’ın bu ünlü sözünü yabancı dil bilmeyen büyük çoğunluğumuz ilk iki çeviriden okumuşlardır. Herşeyden önce vurgulamak gerekir ki, Marx’ın bu kitabının adı üç dilde de farklıdır: Orjinal Almancası Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie, Fransızcası, Critique du droit politique hegelien ve İngilizcesi Critique of Hegel’s Philosophy of Right’dır.

Marx’ın kitabının adını Türkçeye, Almancasından, Hegelyen (Medeni) Hak Felsefesinin Eleştirisi, Fransızcasından, Hegelyen hukuk politikasının eleştirisi, İngilizcesinden de Hegel’in Hak Felsefesinin Eleştirisi olarak çevirmek mümkündür. Bu nedenle kanımca Türkçeye ancak şöyle çevrilebilir: Hegel’in Hak Felsefesinin Eleştirisi. Burada “Hak” kelimesi hem Tanrı (Hakk), hem de hukuk olarak anlaşılmalıdır. Çünkü Marx tarafından eleştirilen Hegel’in kitabının adı Hak [Doğru] Olanın Felsefesinin Ögeleri (Elements of the Philosophy of Right) veya orijinal adıyla Hak Felsefesinin Temel Çizgileri (Grundlinien der Philosophie des Rechts)’dir. Bu kitabında Hegel, dinsel-Tanrısal hak ve adalet kavramını eleştirir ve medeni haklar ile ilişkili olarak günündeki din hukukunun sorunlarını irdeler. Ama Marx’a göre çok soyut ve metafizik kalmıştır.

Şimdi, Marx’ın o ünlü sözünü içeren paragraflarının nasıl Türkçeye aktarılması gerektiğini ilk önce Profesör Galip İsen’in, sonra da kendi çevirimle yazıyorum:

Çeviri IV:
Çeviren: Galip B. İsen


Ladini eleştirinin temeli şudur: dini insan yaratır, din insanı yaratmaz. Din gerçekte, ya daha benliğinden süzülüp de “kendi”liğini edinememiş ya da kendini zâten yeniden kaybetmiş insanın benlik bilinci ve öz saygısıdır. Ancak insan, dünyanın dışında bir yere çöreklenmiş soyut bir varlık da değildir. İnsan, “dünyanın insanı”dır – devletin, toplumun insanıdır. Bu devlet ve toplum, tersine çevrilmiş bir dünya oluşturdukları için, dünyanın tersine çevrilmiş bir bilincinden ibaret olan dini üretirler. Din, bu dünyanın genel bir teorisi, ansiklopedik kısa bir hulâsası; popüler eşkale bürünmüş mantığı, ruhî şeref noktası, heves ve coşkusu, ahlakî müeyyidesi, vakur tamamlayıcısı ve de evrensel teselli ve haklılığının esasıdır. İnsanın özünün (hassâsının) fantastik biçimde ayırdına varmaktır çünkü insanın hassası, hiç bir gerçek zuhurat kazanabilmiş değildir. Dine karşı mücadele, dolayısı ile, ruhî rayihası din olan o dünyaya karşı mücadele etmek demektir.
Dini gerekçelerle çekilen ızdırab, gerçek ızdırabın ifadesi olduğu gibi aynı zamanda gerçek ızdıraba yönelik bir protestodur da. Din, ezilmiş yaratığın hıçkırığı, kalpsiz bir dünyanın yüreği ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkların afyonudur.
Halkların yanılsanmış mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması (nı talep etmek), insanların hakiki mutluluğunu talep etmek demektir. Onları koşullarına ilişkin yanılsamalarını terk etmeye çağırmak, onları yanılsamalara gerek duyulan şartları terk etmeye çağrmak demektir. Dinin eleştirisi, dolayısıyla, dinin halesi olduğu o gözyaşı vadisinin eleştirisinin ceninidir.

Çeviri V:
Çeviren: Veysel Batmaz

Dine kayıtsız eleştirinin temeli şudur: İnsan dini yapar, din insanı değil. Din, gerçekte kendini henüz kazanamamış veya tekrar yitirmiş bir insanın “kendine saygısı” ve kendi bilincidir. Fakat, insan dünyanın dışında mülk sahibi olan soyut bir varlık değildir. İnsanlık, ademoğlunun, devletin, toplumun dünyasıdır. Bu devlet ve bu toplum dini üretir, ki din dünyanın tersine çevrilmiş bilincidir çünkü alt üst olmuş dünyadır bu devlet ve toplum. Bu altüst olmuş dünyanın genel kuramıdır din, onun ansiklopedik özüdür, halkça mantığıdır, ruhsal şerefidir (point d’honneur), vakur şevkidir, ahlakî yaptırımıdır ve evrensel tesellisi ve mazeretidir. İnsan özünün henüz hakikâti (doğru gerçekliği) kavramamış olmasından dolayı o özün hayalperestçe gerçekleşmesidir. Dine karşı mücadele bu yüzden dolaylı olarak ruhsal râihası (kokusu) din olan dünyaya karşı mücadeledir.
Dinsel çile, tek başına ve aynı anda gerçek çilenin (ezanın), bir ifadesi, hem de gerçek ezaya karşı bir başkaldırıdır. Zulm edilen yaradılanın hıçkırması, vicdansız bir dünyanın vicdanı, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.
Halkın yanılsanmış mutluluğu olan dinin ilgası (kaldırılması), halkın hakiki mutluluğuna olan taleptir. Kendi koşullarının yanılsamasından vazgeçmeleri çağrısında bulunmak, halktan, yanılsamaları gerektiren koşullarından vazgeçmelerini istemek demektir. Dolayısıyla din eleştirisi, gözyaşı ırmağının halesi olan dinin henüz doğum anındaki eleştirisidir.

***

Görülüyor ki, İngilizceden Prof. Dr. Galip İsen ve benim yaptığım çeviriler, ilk iki çeviriden önemli derecede farklı, üçüncü çeviriye yakındırlar. Benim çevirimde, dine karşı olan bir Marx’tan çok, dini anlamaya ve dini maddi temellere indirgemeye çalışan ve bu yolla, emekçilerin içinde bulundukları yanılsamalar aracılığı ile kendilerini ezdirmeye rıza göstermelerinin üzerindeki ideolojik örtüyü kaldıran bir Marx vardır. Marx’ın bu sözleri, egemen sınıfların ürkütücü bir aracı haline gelmiş olan ve özünden kopartılan, uyuyan ve uyutan hıristiyanlık ve özellikle katolik yorum için söylediği çok açıktır. O, inancın bir dolayımı olarak yanılsama yoluyla acının duyulmamasını sağlayan kurumsal dine karşı çıkarak, bu din ideolojisinin dünyayı tersine çevirdiğini söylemektedir. Kuşkusuz bu sözleriyle Marx’ın doğa dışında bir yaratan kabul ettiğini söyleyemeyiz. Ancak dinlerin oluşum (peygamberlik) dönemlerine karşıt olduğunu da ileri süremeyiz. Yukarıdaki paragrafların hemen arkasından şunları eklemektedir Marx:

“Criticism has plucked the imaginary flowers on the chain not in order that man shall continue to bear that chain without fantasy or consolation, but so that he shall throw off the chain and pluck the living flower. The criticism of religion disillusions man, so that he will think, act, and fashion his reality like a man who has discarded his illusions and regained his senses, so that he will move around himself as his own true Sun. Religion is only the illusory Sun which revolves around man as long as he does not revolve around himself.
It is, therefore, the task of history, once the other-world of truth has vanished, to establish the truth of this world. It is the immediate task of philosophy, which is in the service of history, to unmask self-estrangement in its unholy forms once the holy form of human self-estrangement has been unmasked. Thus, the criticism of Heaven turns into the criticism of Earth, the criticism of religion into the criticism of law, and the criticism of theology into the criticism of politics.”

Türkçe olarak aşağıdakilerden istediğinizi seçin:

“Eleştiri, zincirlerin üstünü örten hayali çiçekleri yoldu; bunu, insanı hakikî mutsuzluğa götüren zinciri taşısın diye değil; zincirleri atsın ve canlı çiçekler toplasın diye yaptı. Dinin eleştirisi, hayalleri olmayan, akıl çağına gelmiş bir insan gibi kendi gerçeğini düşünsün, etkilesin, ona biçim versin diye, kendi çevresinde, yani gerçek güneşi çevresinde dönsin diye insanın hayallerini yıkmıştır. Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece, insanın çevresinde dönenhayali güneşten başka bir şey değildir.
Öyleyse tarihin görevi hakikatin ötesinin ortadan kalkmasından sonra, bu dünyanın gerçeğini göstermektir. İnsanın kendi kendini yabancılaştırmasının kutsal biçimi [din] bir kez açığa çıkarıldıktan sonra, kutsal olmayan biçimlerde kendi kendini yabancılaştırmanın maskesini indirmek ilkin tarhin felsefesinin görevidir. Böylece cenettin eleştirisi yeryüzünün eleştirisine; dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, tanrıbilimin eleştirisi politikanın eleştirisine dönüşür.” (Çev: Kaya Güvenç, s. 39).

“Zincirlerin her yanını örten imgesel çiçeklerden eleştiri, insanın süssüz ve umut kırıcı zincirler taşıması için değil, ama onları atması ve canlı çiçeği devşirmesi için zincirleri arındırıyor. Dinin eleştirisi insanın yanılsamalarını, insanın kendi gerçekliğini akıl çağına erişen ve yanılsamadan kurtulmuş bir insan olarak düşünmesi, etkilemesi ve biçimlendirmesi için, kendi kendinin, yani kendi gerçek güneşinin çevresinde dönmesi için ortadan kaldırıyor. Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen aldatıcı [sayfa 192] bir güneşten başka bir şey oluşturmuyor. Öyleyse tarihin görevi, gerçeğin öteki dünyasının yitip gitmesinden sonra, bu dünyanın gerçeğini ortaya koymak oluyor. İnsanın özyabancılaşmasının (kendi kendine yabancılaşmasının) kutsal biçimlerini bir kez ortaya çıkardıktan sonra, kutsal-olmayan biçimleri içindeki özyabancılaşmayı da ortaya çıkarmak, ilkin tarihin hizmetinde olan felsefenin görevi oluyor. Böylece gökyüzünün eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, tanrıbilimin eleştirisi de siyasetin eleştirisine dönüşüyor.” (Çev: Kenan Somer)


“Eleştiri, [zulüm] zincirinin üzerindeki imgesel çiçekleri koparıp attı; insanın kölelik zincirlerini hayallerden arınmış olarak veya teselli bulmak için taşımaya devam etsin diye değil, zincirin kendisini de, üzerindeki yaşayan çiçeği de koparıp atsın diye. Dinin eleştirisi insanı yanılsatmaz; böylelikle, kendi hakikatini, yanılsamalarından arınmış, kendi duyularını yeniden kazanmış olarak düşünür, harekete geçirir ve hakikatine biçim verir, kendi hakiki Güneşi etrafından hareket eder. Din sadece yanılsamalı bir Güneş’tir insanın çevresinde dönen, insanın kendisinin, kendi etrafında dönmediği sürece, döner durur.
Demek ki, hakikatin öteki dünyası ortadan kalktığında, tarihin görevi, bu dünyanın doğrusunu kurmaktır. Felsefenin acil görevi, tarihin hizmetinde, insanın kutsal öz-gayeden uzaklaşmasının maskesinin bir kez düşürülmesiyle, kutsanmamış biçimlerindeki öz-gayesinden uzaklaşmasının maskesini düşürmektir. Böylece cenettin eleştirisi yeryüzünün eleştirisine; dinin eleştirisi hukukun eleştirisine, tanrıbilimin eleştirisi politikanın eleştirisine dönüşür.” (Çev: Veysel Batmaz)

Marx’ın meselesi de budur. Yani, dinin kutsallık ritüelleri ve ideolojisi halindeki egemen sınıflara hizmet eden, ezilmişlerin sömürülmelerine yol açan yanılsamalı dünya algısını kuran kurumsallıklara karşı, dinsel kurumsallıktan ayrılmış bir algının, kendi hakikatini, bu ister doğa olsun, isterse Tanrı, özgürce ve eşitçe bulabilmesidir.

Günümüzde, dinin özünün kavranması zamanının gelmiş olması ve dinin ruhbanlar tarafından sanki bir Mısır dini haline dönüştürülmüş biçimine yapılan Marksist eleştiri, insanlığın güzel geleceğine olan imanın başlangıç ve güncel noktasıdır. Yukarıdaki sözleri yazan Marx, 20.yy’da yaşasaydı ve başkaldıran Bundçuları, Kızıl Kiliseleri ve İslam alemini görseydi, eminim: "din halkların kokainidir.” (uyarıcısıdır) derdi.

Yukarıdaki yazı haber10.com'da da yayınlandı. Aşağıdaki yorumları haber10.com okurları gönderdi:

akaltun23 04 Şubat 2010 16:47
Okuyalım ama anlamak için. İlköğretim çağına gelmiş çocuğun Fen Bilgisi kitabının daha başında yazılan "Bilimsel çalışma kuralları ve Yöntemi"dir. Açarsın ilköğretim 4, veya 6. sınıf kitabını orada görürsün. Orada veya dünyanın hiçbir aklı başında ülkesinde bu dünyaya ait bilgiyi araştırmak için öte dünyanın (Yani acaba bu konuda tanrı ne diyor? diye) kitaplarına bakılmaz. Bilim buluş yaptıkça bak şuradaki ifade bunu anlatmak içinmiş diye sonradan bizler söyleriz. Yani bilimde amaç bu dünyaya ilişkin maddi gerçeği öğrenmektir. Bilim adamının birinci görevi tüm önyargılarından mümkün olduğunca sıyrılıp bunu başarmaktır. Tanrının varlığı-yokluğu bu anlamda onun sorunu hiç değildir. Marxçı Diyalektik-Materyalizmin ilkeleri de tam budur. Çünkü daha 1. ilke aynen ders kitaplarında olduğu gibi "olanı olduğu gibi hiçbirşey katmaksızın gör" ilkesidir. Bizler nasıl ki okuduğumuzu dahi çoğu kez anlamayıp kendi kafamızdakilerle hemen yaftalıyorsak, "bunu yapma" diyor. Diğet ilkeler de benzer, dünyanın maddiliği, bilinilebilirliği gibi ilkeler. Kaynağından okursanız görürsünüz. Elbette bu yöntemde din için yukardaki görüşleri de vardır. Çünkü burayı zenginler için daha da iyileştirip halkı bununla uyutanlara o uyarıyı yapmak zorundaydı. Burası için anlaşılmaz değildir bu. Yanda sayın Eliaçık da dini argümanla bunu yapıyor. Marx'ın yaptığı sistemi araştırıp, bu dünyaya ait bilgiyi oradan bulup, kurallarını koyarak, bu dünyaya ait bilimsel bakışla sunmaktır. Başka birşey değil. Çünkü bu Dünyanın tüm insanlık için yaşanılır bir yer -altın çağ- olmasını istiyor. Yani işçileri de, bugün kendini sosyalist sananlar gibi, olmayan devlet fabrikasında çalışarak, hazineyi yağmalama taleplerinde dahi desteklemek için değil,(O gülerdi) o zaman kapitalizmi dönüştebilecek tek devrimci sınıf, "kaybedecek hiçbirşeyleri" olmayan, kendisiyle birlikte toplumu da kurtaracak en devrimci sınıf çıkarı-proleterya-na sahip oldukları için seçiyor, çünkü bilimsel çalışması onu bu sonuca götürüyor.

salih 04 Şubat 2010 15:02
Marksın diyalektik materyalizmi zaten dinsizlik üzerine, daha doğrusu Allah'ın olmadığı tezi üzerine kuruludur.Üretim ilişkilerinin değişmesi sonucu üstyapının değişime uğrayacak komünist sistemde dine ve Allah'a ihtiyaç yoktur. Marks'a göre Allah insanların korkuları tarafından üretilmiş bir olgudur.Korkular bittiği zaman Allah kavramına gerek kalmaz.Şimdi böyle diyen birisini dine karşı değilmiş gibi göstermek ne demek anlamak mümkün değil.Marks masondur.Siyonist örgüt üyesidir.Amacı dini ortadan kaldırmaktır.İslamı ve diğer bir çok dini biliyordu.Bazıları diyor ki,"islamı bilseydi böyle yazmazdı."aTam tersine islamı biliyordu.İslam ne kapitalizmle nede sosyalizmle bağdaşmaz.İslam eşitlikçi değil,adaletçidir.Mülkiyet islamda kutsaldır.Ticarette zulüm islamda büyük günah yani kul hakkıdır.İslam temelde ikisiylede çelişir.Marksın söylemleri eşitlikçi,kendisi değildir.Dünya sömürü düzenini kurmak için oynadıkları oyunlarla insanları erdemlerinden ve tüm değerlerinden uzaklaştırmışştır.

akaltun23
04 Şubat 2010 14:01
Sn. abd, abuzer arkadaşın da belirttiği gibi bir kaç kere daha "oku". Bütün sorun o ilk emri şekillerle kalıplamamız, özünden koparmamız, insanoğlu kendine sınırlar çizmeyi ne de çok seviyor. Bunu bir noktaya kadar anlarım da, çünkü sınırlıyız. Ama anlayamadığımız şeylerde, hiç değilse anlama isteğinde olanları yargılamayalım.
"Dininiz" 1400 yıl önce indiğine göre elbette sosyalist sözcüğünü kullanmaz, çünkü o zamanki garibanlar da onu anlayamazdı. Defalarca denmiyor mu, ayetlerde: "...anlayasınız diye..." demek ki o zaman da anlama problemi var.
Ama Sn. Eliaçık, yanda Kuran'ı "kerim" gözle okursan bazı şeylerin, dahası her inancın aynı özden geldiğini, aynı şeyleri işlediğini söylüyor. "Dört kitabın manası", hatta bana göre kainatın anlamı tek ve aynı. Sadece büyük çoğunluk derin uykuda, biraz daha devam etsinler...
Dün Meclisimizde gördük şekillerle ne kadar meşguller, birbirlerine ip atmayı da pek seviyorlar, Hala Hallac-ı Mansuru yakalasalar hemen ipe çekecekler, iyi ki bu çağda yaşamamış. Daha kötü olabilirdi...
Bu coğrafyalarda, şehid oluyorum zannıyla Peygamber torunu, Kerbela'da hala, her gün şehit ediliyor. Gün geçmiyor ki bir saldırı yapılmasın, bir birinin camilerinde, garibanları da götürerek "şehit" oluyorlar. Yani Hıristiyan düşman, Yahudi zaten dünden düşman, düşünenler düşman, farklı olan herşey düşman. M.İkbal "Müslümanlardan kaçıp İslama sığındım." diyordu, şimdi İslamın bu halini görse nereye sığınacaktı acaba?
Münevver geçinen Efendiler, bunun nedenlerine eğilip çözüm üreteceklerine -ki Avrupa bunu 300 yıl önce yaptı- onlar da aynı kalıpçılığın kuyruğunda şekilden esasa bir türlü gelemiyorlar.
Dininde kapitalizm yok ama onun içinde yaşıyorsun. Herhalde "deryadan habersizim" demiyorsundur. İşte Marx, bu tarafa ait deryanın, ancak bu tarafa ait kanunlarla kavranabildiğini ve ona ait kavramlarla değiştirilebileceğinin bilimsel-felsefi-ekonomik tahlilini yaptı. Onun için de elbette metafiziğin kavramları olan melek cin vb.ile

vatandaş abuzer
03 Şubat 2010 21:40
abd rumuzuyla yazı yazan şahıs sen hangi çağda yaşıyorsun kafanı soğuk savaş saçmalıklarıyla doldurmuşsun adam ne güzel yazı yazmış oku idrak et önce

abd 01 Şubat 2010 10:37
sayın akaltun23 ;
benim dinimde sosyalizm yok kapitalizm yok güzel kardeşim sanırım farklı dinlerdeniz sizi düşüncelerinizle başbaşa bırakıyorum.
not:ne kıskançlığı veya ne diye.. ve herşeyi akla indirme gayretinde olanlar-mucizeyi zaten geçiyorum-melek,cin gibi varlıkları yok sayıyor bakarsanız..
vesselam..

akaltun23 01 Şubat 2010 00:39
Sn.abd, sayende bilim hengel isminde bir felsefeci kazandı, tebrikler. Sn. Hüseyin bey, ne yani, memlekette "Alaman Akademisi vardı da biz mi gitmedik." Bilmiyorum Kuran'a inanıyor musunuz? ama orada bir ayette "boş işlerle uğraşmayın" diyor. Gerçi şekilci mantığa göre Marx'ı savunmakla dinsiz olunacağı sanılıyor ama Lenin'in Bolşevik Partisinde dahi dini bütün papazlar vardı. Kaldı ki bizim Şeyh Bedrettin'in "Yarin al yanağından gayri her şeyin ortak olduğu." düşüncesi ütopik de olsa özde Marxçı bir anlayış değil mi? Sn. Serdar, keşke hepimiz Prof. olsaydık da sıradan olsaydık.Gerçekleştiremediğimiz ukdelerimiz için başkalarını suçlamayalım derim. Kıskançlık ve hasetle ilgili ayetlere, epey zamandır göz atmamış gibisiniz. "Marx'ın avukatlığını" kimsenin yapmasına gerek yok, onu tarih zaten yapıyor, yapacak. Yandaki sütunda Sn. İ.Eliaçık'ın çok güzel, dini ezber bozan yazıları var, yani tüm dinlerin tanrıları da bayağı sosyalist. Bize soğuk savaşçıların öğrettiğinin aksine herşeyin özü bir ve aynı, insanın da, sadece illüzyonu aşabilecek cesaret gerekiyor. Neyse tasavvufa girmeden, konuya dönersek, şimdi halkların sahip olduğu temel pozitif statü haklarının tamamı da Marx'ın hediyesi, hani şu sosyal devlet dediğimiz. Anayasalarda zayıfların korunmasıyla ilgili düzenlenmiş bu haklar da Marx'ın klasik burjuva demokrasilerinde soyut hakların halklarca kullanılamadığı, maddi imkanlar olmadıkça boş bir söz ve yazıdan ibaret olduğu sosyalist eleştirisi üzerine anayasalara geçmiştir. Yani şimdi sosyal güvencen varsa, işgünün sınırlıysa ve tatil hakkın tanınmışsa, sendikanla hak arayabiliyorsan vb. bu Marx ve sonradan gerçekleşen sosyalist sistem sayesindedir. Evet bugün bana göre de klasik silahlı devrimler, proletarya diktatörlüğü çağı kapanmıştır, ancak bu insanoğlunun kapitalizmden bu eşitsizliklerden ilanihaye kurtulamayacağı anlamına gelmez. Tabii biraz ekonomi biliyor isek, küresel kapitalizmin (ki bana göre küreselleşme doğal bir süreç) son krizi de bunu gösteri

Aras UTKU 31 Ocak 2010 16:36
Geçen ay Dubai'de çıkan büyük krizde Dubai Şeyhi halka "Çok çalışın, kendinizden verin, ahirette bunun karşılığını alacaksınız" diye hitap etmişti.
Aslında Marx'ın eleştirdiği zihniyet, dini Dubai Şeyhi gibi kitleleri sömüren bir araç olarak kullanan zihniyetti. Marx, çalışanların değil, çalıştıranların hep kazandığı bir dünya düzenini eleştiriyordu. Veysel Hoca'ya teşekkür ediyorum dile getirdikleri için, tabi ki bu yazıyı okuyup anlamayanlar ön yargılarıyla eleştiri yapacaklar. Onlara da tavsiyem İhsan Eliaçık'ı okusunlar ki, aslında İslamiyet'in Marx'ın eleştirdiği zihniyet tarafından nasıl da git gide kapitalizme tevil edilmeye çalışıldığını anlasınlar.

serdarbaris 31 Ocak 2010 12:05
Markx'ın avukatlığını yapabilmek için 3 paragraf yazıyı ingilizceden türkçeye amaçları doğrultusunda çevirmeye çalışan sıradan bir prof un hiç bir ilmi değer taşımayan saçmalıklarından oluşan bir yazı.
Tarihin karanlıklarına gömülen Markx gibi zavallıların avukatlığına soyunan prof, keşke ülkesinin sorunlarına çare olabilecek fikirler üreten bir makale kaleme alabilseydi. Veya gücü yetiyorsa SSCI kapsamına giren ilim mecmualarında yayın neşrederek ünvanına yakışır bir iş yapabilseydi.

hüseyin çiftçi 31 Ocak 2010 10:23
metnin aslı ingilizce değil, almanca idi..
almanca'dan tercüme edecek babayiğit olmadığı için fotokopiden tercüme ediliyor..suyunun suyu ile felsefe-siyaset bu kadar olur..

abd30 Ocak 2010 18:45
bravo tebrikler aloha prof ..
ahlak değeri bile olmayan hengel ve marxı savunma ihtiyacı elem verici talihsiz acıklama ve talihsiz yorumlar arkadaslar ve sayın prof neye nasıl inandığınız umrumda değil sadece amacınız ne onu açıkça yazın çıkarın maskelerinizi!!!

Ercan Çelik 29 Ocak 2010 22:00
Not: Ercan Çelik' e ait yazısının devamı (İlk gönderimde yazının tamamı çıkmadı ya da yayınlanmadı)
"Dini çile, aynı zamanda gerçek çilenin ifadesi ve gerçek çileye karşı bir başkaldırıdır. Din, baskı altındaki varlığın iniltisi, vicdansız dünyanın vicdanı, ruhsuz durumların ruhudur. Din insanların afyonudur.
İnsanların hayali mutluluğu olan dinin kaldırılması, Onların gerçek mutluluklarını talep etmektir. Onlara halleriyle ilgili hayallerinden vazgeçmeleri çağrısı yapmak, Onlardan hayal kurmalarını gerektiren hallerini de terk etmelerini istemektir. Bu nedenle; henüz kuluçka döneminde olsa da din eleştirisi, üzerinde dinin haller oluşturduğu bu gözyaşı deresinin eleştirisidir."
Ayrıca; "Din halkın afyonu" çevirisi tamamen yanlıştır. Marks ta başından beri insan ve insanlık kavramından bahsediyor. Bu nedenle; people ifadesi haklar değil "insanlar" anlamındadır. "Din halkın afyonudur" denilince sanki sadece fakir tabakanın afyonudur gibi anlama gelir ki, yazının başındaki hep insan, insanlık şekindeki genellleme son tahlilde toplumun sadece belirli bir kesimine aitmiş gibi anlaşılır.

Ercan Çelik 29 Ocak 2010 16:07
Sayın Hocam, Marx' ın bu ünlü sözünün değişik çevirileri yanında kendi çevirinizi de eklemişsiniz. Ancak; bütün çevirilerde insanı rahatsız eden, Türkçe'de hiç bir anlama gelmeyen cümle ve kelime dizileri var...İnsan, büyük bir düşünür bu kadar anlamsız kelimeleri bir araya getirmez ya da bu kadar anlamsız ifadelerle alim olunmaz diye düşünüyor. Aslında bütün mesele, çevirilerin ruhsuzluğunda...
İzninizle ben de aynı yazının iki önemli paragrafını kendi çevirimi yaparak gönderiyorum.
Çeviri- Ercan Çelik
"Din karşıtı tenkitlerin temeli şudur; Din insanı değil, insan dini yapar. Hakikatte ise din; insanın ne henüz kendisince kazanmadığı ne de tekraren kaybettiği bir bilinç ve özsaygıdır. Buna rağmen, insan, dünyanın dışında yerleşmiş soyut bir varlık değildir. İnsan, devlet ve toplum anlamında bu dünyaya aittir. Bu devlet ve bu toplum dini üretir ki, bu ters yüz edilmiş bir dünya demektir çünkü bunların kendisi zaten ters yüz edilmiştir. Din bu dünyanın; genel teorisidir,ansiklopedik bir hülasasıdır, popüler ifadeyle mantığıdır, ruhani onurudur, arzusudur, ahlaki yaptırımlarıdır, aziz bütünüdür ve aynı zamanda bu dünyada teselli (avunma) ve haklı olmanın da evrensel temelidir. Beşeri varlık henüz hiç bir realiteyi elde edemediğinden din; beşeri varlığın bunu hayalen elde edişidir. Bu nedenle; dine karşı bir mücadele dolaylı manada ruhani kokusu din olan bu dünyaya karşı da bir mücadeledir.
Dini çile, aynı zamanda, gerçek çilenin ifadesi ve ge

ahmet furkan 29 Ocak 2010 09:45
sayın ahmet özcan üstadın marxa açık mektup ismini taşıyan 3 makalesi çok değerli bir kaynaktır bu konuda. marx yahudi ve hristiyan teolojisinin içine çok gömüldüğü için hakiki vahyi ve semavi dini tahlil edememiştir. eleştirisini yaptığı şeyler yani sosyolojik dinler, kur'an tarafındanda aynı sebeplerle eleştirilmiş ve bunların yabancılaşmış bir bilinç ve sevgi sonucu üretilmiş bir zan olduğu söylenmiş ve insanın aklını çalıştırması ve kendine gelmesi uyarısı yapılmıştır. zaten kur'anda kendini tarif eden allah, marxın doğanın ve maddenin hareket yasası,değişim ve mutlak irade dediği tekliğin,bilincede hakim olan halidir. yani marxın varlığa hakim olan teklik,mutlaklık diyerek iman ettiği şey bilinci olmayan allahtır. fark aslında bu kadar basittir. marx bu sistemin, iradenin ve tekliğin insana kendi hareket yasasını artık bilinçle dille ve kitapla ve elçiyle öğrettiğini ve gösterdiğini ıskalamış insanın hikayesine ve kültüne değer vermeyedikleri için çok eleştirdiği donuk materyalistlere benzemiştir. ahmet özcan üstadında dediği gibi marx allaha değil ama onun yasalarına(sünnetullah)tam bir biçimde iman etmiş ve hayatında onu uygulamış bir mümindir...

akaltun23 29 Ocak 2010 01:05
Sn. Yazar nihayet bir gerçeği açıklıyorsunuz da bunun yaşanmış bunca acıya ne yararı olacak? Bütün dinler öte taraftaki mutluluğu öğütlerken, Marx bu tarafta da insanların mutlu olmasını, "homo homini lupus" olmamasını istiyordu. Bunun "Tanrı dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar müselman" olmaya ne zararı vardı?O "Şimdiye kadarkiler dünyayı açıklamakla yetindiler, oysa aslolan onu değiştirmektir." derken insanı ayakları üzerinde kendisi yapmak istiyordu. İnsanlığın ürettikleri, onun düşmanı olmasın, üç kuruşluk karlar için bu savaşlar, açlık, bu krizler olmasın diyordu. Şimdi bu heyulanın yok edildiğini sanıyorlar ama insanlığın bu acıları bitmedikçe "O altın çağ heyulası" hala dolaşmaya devam ediyor olacak. Biliyorsunuz, kapitalizmin yılmaz bekçisi ve yaşanan bunca acının (soğuk savaş) baş sorumlusu ABD'nin, Başkanı Cumhuriyetçi Bush,son krizde zorunlu devlet müdahalesine yöneldiğinde, kendi milletvekillerince sosyalitlikle suçlanmış ve getirdiği paket ancak Demokratların desteğiyle geçebilmişti. Sonrasında seçilen Obama, Dünya'daki azgelişmiş ülkelerin suyunun dahi kendilerinden sorulabileceğinden söz etmişti. (Sonra gene araya Pentagonlu efendilerin dayattığı ne menem olduğu belirsiz ulusal çıkarlar girdi.) Yani Marx'ın anlaşılması için ille de bu yıkıcı krizlerin mi olması gerekiyordu? Hele bizim ülkemize ne demeli? Soğuk savaşın başlıca piyonu olanların sanki Marksizmin temel meselesi dinmiş -sizin de yukarda isabetle belirttiğiniz- gibi, diğer her türlü olumsuz anlamı da bu kavrama yükleyip, onun kendini adadığı geniş halk yığınlarına tam tersi anlamıyla sunularak, benimsetilmiş olması tamamen psikolojik bir harp başarısıydı.Öyle ki şimdi 90 sonrası bu psk. hareket kendilerine yönelmiş olmasına rağmen, hala kendilerine öğretilmiş o dille konuşmaya, düşünmeye devam ediyorlar. Bu arkadaşlara şunu belirgin şekilde söylemek gerekiyor:"Arkadaşlar o göreviniz biteli epey oldu."Bu yazınız, süregelen bu haksızlığın farkedilmesi açısından da güzel olmuş.Teşekkürler.

Kaynak: http://www.haber10.com/makale/18479 Yorumlar

Hiç yorum yok: