VistilefAkademik, puanlı ama hakemSİZ bir akademik elektronik dergidir. Burada yayınlanan tüm makaleler ve araştırma sonuçları titiz bir akademik elemeden geçirilerek yayınlanır. Dergi aynı zamanda "Felsefe ve İletişim Politikaları Araştırma Merkezi"nin yayın organıdır. Yayın dili Türkçe ve İngilizce'dir. Makalelerin görüşleri yazarlarına aittir. Editör: Prof. Dr. Veysel Batmaz (© Copyright/Telif hakları Veysel Batmaz'a aittir.)
29 Ağustos 2005
ATATÜRK'ÜN İZİNDEN: GÜNEŞ DİL KURAMI TARTIŞMASI
[Güneş Dil Kuramı]
KÖKÜ, KÖKENİ, GÖVDESİ, MEYVESİ, TÜRKÇE KELİMELER...
(Veysel Batmaz’ın Notu: Aşağıdaki mektuplaşmalar, Güneş Dil Kuramı Elektronik Posta Grubunda yapılmıştır.. Mektuplar gönderilme sıralarına göre dizilmiştir. En üstte en günceli-26 Ağustos; en alttaki en eskisidir... Alttan üste doğru okunması, gelişimi izlemek için önemlidir. Bu mektuplar, VistilefAkademik’de yayınladığımız iki yazının, birincisi Ümit İriş’in, ikincisi Adnan Atabek’in yazısı üzerine gelişen bir tartışmadır. Mektuplar olduğu gibi yayınlanmıştır. Bu konuda Türkçe kaynak için Bkz: Olcas Süleymanov, Yazının Dili, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Yay. İstanbul, 2001 ve Nurihan Fattah, Tanrıların ve Firavunların Dili, Selenge Yay. İstanbul, 2003.
2005 yılının 30 Ağustos’unda, Afyon’da “martaval” atıp, dinleyeceğimize, Atatürk’ün, Umberto Eco tarafından bile incelenen “Güneş Dil Kuramı’nı” savunmak ve tartışma platformuna sunmak amacıyla bu tartışmayı yayınlıyoruz...)
MEKTUPLAR:
Adnan Bey
Biz medeniyetten ve onun yarattığı lisandan ve bunun dallanıp budaklanmasından bahsediyoruz Antropolojiden değil.
Söylediğiniz tarihleri ve olayları da kaynakları da tabii ki biliyorum. Tabii ki "Paleolitik çağda" da insanlar bir takım sesler çıkarıyorlardı ve gelişmiş düşünceler vardı.
Fransada Laussel mağaralarında da ay takvimleri var ( Bunu rekabet yaratmak için söylemiyorum) Hatta seneler sonra Hrıstiyanlıkta Graal olayı olarak çeşitli fanatizmleri de körükleyecek olgu ve kavramın çizimleri de mevcut M.Ö. 30.000 lerde.
O tarihler "medeniyet" in tabii ki hazırlayıcıları ama daha kazılacak ve doğru tarihleri tesbit edilecek çok yer var Hele medeniyet katmanı çok kalın Anadolu merkezli Londra Delhi Pekin hattında daha eskiler bulunması da tabii ki o kadar zor. Hoş Hattuşaşta Ramapithecus insanı bile bulundu o da ayrı bir konu ( 20 MILYON YIL ÖNCE)Bu kalın hattın Kuzeyinde ve Güneyinde buluntular elde edilmesi oraların daha eski olduğu anlamına da gelmez değil mi ? Sadece daha eski buluntu bulunması kolaylaşır göreceli olarak.
Bir de şu garip ve asılsız ön yargılarınızı bırakmanızı hassasiyetle rica ediyorum. Kimse bana birşey düşündürtmüyor. O camiada size yakın düşünen ve benimle tartışan da çok insan vardır merak etmeyin. Ben Hür bir insanım. Ve insanlar Hür ce tartışabilirler. O mesleğin farklılığı da burdan gelir zaten :-))) KOB la ilgili yazımda daha da ayrıntı var.
Yazılarınızı insanların fikirlerine katılmasanız da saygı ile bitirmeyi öğrenebilmenizi de Evrenin Ulu Geometri Üstadından dilerim
Saygılarımla,
A. Ümit Iriş
28 Ağustos 2005
Adnan Bey
İnsanlar aralarında tartışır ve fikir alış verişinde bulunulurken "şu veya bu hatanız var " demek ne kadar doğru olur beni hep düşündürmüştür . Zira herkes doğru söyler ve ama evresel gerçeğin sadece "bir parçasını, bir yarı çap ya da becerebilen max kendi çap'ını, kendi hakikatini görür" Herkes kendi gözlüğünden bakar. Dolayısıyla aynı fikirde olabilme olasılığı genelde çok düşüktür.
Marifet başkası bize uymayan ya da bugüne kadar düşünmediğimiz bir şey söylediğinde "hmmm dur bakayım ne demek istiyor bu diyebilecek ve anlamaya çalışacak tevazuyu, "beraber olabilme, beraber yaşayabilme medeniyet becerisini" gösterebilmektedir. Kırmızı görmüş boğa gibi saldırıp "sadece benim dediğim doğrudur" demek değil.
Bu kendimi de sürekli eleştirebilmeye çabaladığımı gösterebileceğini umduğum kısa bölümden sonra gelelim metodolojiye ve yaklaşım farklılığımızı irdelemeye
Kanımca Siz Sadece farklı ya da tek yöre ve tek zamanla ve güncel fotoğrafla ilgileniyor ve güncel fotoğraftaki ögeleri geçmişten beri böyle gelmekte varsayımı ile algılayıp Güneş Dil i öyle irdeliyor hatta heyecanla savunuyorsunuz yanlış anlamıyorsam değil mi? Yani mevcut Türk lehçelerini geçmişten beri geliyor varsayımıyla irdeliyorsunuz ve kabul ediyorsunuz gibi anlıyorum. Sorun yok. Ama kanımca Güneşin "gerçeği" ile düz orantılı değil. Nitekim bu yüzden zamanında Güneş Dil teorisi karşıtları üzerini örttürebildiler.
Evrendeki herşey gibi Lisan - Lisanlar da bir sembol olarak kullanılabilirler. Herhangi bir sembolün; ki sembolojinin kurallarına göre ses te kelimeler de sembol görevi görür, görebilirler; açıklamasını tamamlaması için
a) bir sembolün birden fazla ögeyi çağrıştırması
b) Birden fazla sembolün tek bir ögeyi çağrıştırması
c) Bunların evrensel alanda geçerli olması
gerekir
Bu üç temelden biri eksik olduğunda sembolik model eksiktir denebilir. İşlevini yapamaz.
Bu açıdan güneş dil’e baktığımızda "başarısı" ve genel kabulü için ( Klasik "boğa mantalitesi ile "Başkaları ister etsin ister etmesin, ben böyle kabul ediyorum işte" demek bir işe yaramayacağı, için") yukardaki kriterlere ve Güneşin gerçeklerine uyması gerektiği konusunda sanırım hem fikirizdir.
Güneş kültü de M.Ö. 10.000’lerde emarelerini çeşitli yörelerde gösteren ve yazılı halini de 3000 lerden sonra takip edebildiğimiz ve nihayet tüm dünya yüzüne yayılan bir şey. Dolayısı ile bu külte bağımlı olarak medeniyetinin dili de ....
Güneş ne yapar? Tek bir yöreyi, çıktığı yeri mi aydınlatır sadece? Hayır değil mi? Şuaları, hüzmeleri 360 derece yayılır. İşte Güneş Dil den de bahsediyorsak bu 360 derecede yayılmayı da gözlemeliyiz diye düşünüyorum. Hatta vardığı nokta da havai fişek gibi yeni patlamalar yeni güneşler yaratan sürekli, devamlı bir "bang" sistemi gibi düşüneceğimiz evrensel bir diyalektiğin doğal bir geometrik parçasıdır diyebiliriz diye algılıyorum.
360 derecenin altı da üstü de bir mi? Hayır zıtlıklar da doğal o zaman değil mi? Aynı "daire açısından baktığımızda. Ve evrende çıkaracağımız sonuç ta aslında "zıtlıkların bir bütün oluşturduğu !!! " Müslümanlıkta ve tasavvufta buna "Vahdet" diyoruz. Her zıtlık bir bütün oluşturuyor yani, bir bütünün parçası. Evrensel barış ta insanın iç huzuru da zaten zıtlıklarını savaştırmaktan farklılıklarını körüklemekten ya da onları törpülemeye yontmaya çalışmaktan değil bütünlüklerini "vahdetlerini" idrak etmekten ve tanıyıp irfanına varıp kullanmaya başlayabilmekten, kendi olabilmekten geçiyor. (Diyorlar, demişler, diyecekler :-)))) )
Bu açıdan bakınca gelin sizin güncel fotoğrafta algıladığınız "kob" örneğini bir deşeleyelim. Lisan malum "kavram"la, kavramlarla doğrudan bağlantılı. İnsanlar Lisanı, lisanları kavramlar ışığında yapıyorlar yaşatıyorlar. Yani Lisanı doğuran Kavram ama konuştukça da alışveriş "Medeniyet" oldukça da lisan ve kavramlar da gelişiyor.
Dolayısıyla herhengi bir kelime ya da ses göründüğünün aksine esası teşkil etmiyor, Bugün merkezin derinliğine inen kapıyı açan bir anahtar olsa bile...
Bu yüzden tarihte önce Kob sözünü, kelimesini, sesini nerde duyduğumuza bakalım.
KOB Hititçe’de (Ağa ve Ağademişyan’larca Neşili’ce deniyor) KANUN demek.
Hititçe den önce bir yerde daha rastlıyoruz KOB’a . Gılgamış destanında !!! Uruk’tan yola çıkıp Anadolu ya gelip öldürdüğü KUBABA’da !!! Yani "Kanun Koyan Baba’yı " öldürüyor bir çeşit "terörist" gibi :-)))) Kendi ve toplumunun adına Hürriyet ve kendi "ölümsüzlüğünün" yolundaki bir engeli ortadan kaldırıyor. Demekki Anadoluda Mezopotamya ya "Kanun Koyan" bir otoritenin o zaman da var olduğunu öğreniyoruz böylece; Gılgamış yorumcuları böyle bir şeyden bahsetmeseler de ...
Nedense "kanun koyan otorite" hiçbir zaman sevilmemiş bizim topraklarda. Köroğlu ve Bolu beyi hikâyesinde de olduğu gibi. Hammurabi yi de biz hep Hamurdan yapılmış Abi diye düşünür gülerdik çocukken tarih kitaplarında okuduğumuzda ama tabii Hilâl-i Ahmer i Kızılay yapıp artık kullanmadığımız için adının anlamının Kızıl Baba anlamına geldiğini nice seneler sonra Babil’i gezerken dank etmiştim.
Doğal tabii onu yaparsan elini keserim, bunu yaparsan gözünü oyarım, falanı yaparsan kafan gider, filanda kolun vsvs diye kanun çıkaran bir adamın adı Hamurdan, Yumuşak baba olacak değil ya ... Tabii "kızıl baba" diyecekler adama. (Acaba kendi bunu biliyor muydu ??? :-))) )
Acınası ve komik olan bunu bugün Iraklıların dahi farkedememesi. Batılı "bilim adamı", yöre lisanını sallamayan ve geçmiş kuşakları farklı bir etni farklı bir millet sayma sevdalısı Ağa nın teki gelmiş, çivi yazısını Hammur Abi olarak okumuş ( Baştaki A "ahmer" e dönüşüş te zaman içi bir lehçe değişimi, başka bir "H" sesi ile kelimeye başlayamayanların etkisi olabilir) Onlar da Ahmer başka şey Hammur başka şey diye ilintilendirememişler bile.
Güneş dil yayılımı açısından baktığımızda Bu "Hmer" olayını yakaladığımızda H/K transpozesi ile ben Kamboçya ya da uzanabiliyor ve komik bir şekilde etni zannedilen "Kızıl Kmer" lere de uzanabiliyorum. Oysa adamlara Kızılın da Kızılı diyoruz da haberimiz yok :-)))) (Kendilerinin var mış :-))) O taraflara gidenlerin söylediklerine göre) ( Babilce nireee Arapça nireee Kamboçca nireee dimi ? :-))) )
Halkın da Kızgınlığın da Homurtu nun da Boğa nın da sembolü Kızıl değil mi ? :-))))
Kırmızının sembolizması sayfalar tutuyor çeşitli sembolizma ve psikoloji kitaplarında....
Dönelim KOB’a
Daha sonra KOB köküne farklı toplum zannetme temayülünde olduğumuz "Budunis"li Bizanslı kaymakam KOBOS larda rastlıyoruz. Yani Gelenek devam ediyor. İskender sonrası ve Roma etkisinden sonraki yöresel valiler, kaymakamlar şeklinde "kanun koyucu, lar olarak tanımlanan bu KOBOS larımız Müslümanlaşıp Selçuklulaştıktan sonra da varlıklarını Selçuklu soyad ya da lakaplarında devam ettiriyorlar "KeyKUBAT" gibi. "Toplumun Kanun Koyucusu, Toplumun Güçlüsü ...anlamlarındaki gibi. Malum bugünkü B/V ( Basil Vasil Veysel Baysal :-))) vs gibi ) yaşadığımız ses değişimleri nedeniyle de KUBAT a KUVVET ve KOV'uşturma, kanuna uygunluk takibi yapmaya devam ediyoruz YURDUMUZDA. Gubat diyen lehçelerimiz de var.
İşte bu çizmeye çalıştığım küçük zaman yolculuğu dairesinin içine "kavramdaş" aynı yönde ya da zıt yönde her türlü sesdaş kelimeyi sokabilirsiniz.
Kopuza niye kopuz denmiş te başka bir şey denmemiş in analizini yapabilirsiniz. Daha önce Sesçi - Gözcü savaşlarından ve lisanımıza etkilerinden bahsetmiştim . Kanun koyarken, ahlâki öğreti, dersi, destanı verirken dikkat çekici ses çıkaran alete "KOP'uz " "Kop verici" alet denmesi doğal değil mi ?
Bakın ne güzel bilmiyordum Hitit in Kanunu KOB Orta Asya da "Söz" anlamını almış, neticede bir kralın ağzından çıkmış oldukları için.. Farsça Güf -Güft ten geçerek
Eksiğini söylemek ayıp değil Şu R-Z faslını anlamadım Benim anlayabileceğim mantık çerçevesinde "bu budur" demeden "neden bu budur" olmuş u izah edebilirseniz sevinirim. Ne demek R Türkçesi, Z Türkçesi Seslerden gitmekten ziyade "kavramlardan" gitmeyi daha gerçekçi bulmaz mısınız. Tabii ki lehçelerde ses farkı çok ama bunlar bir sınıflandırmaya yeterli mi ? Veysel diyenler le Baysal diyenler farklı sınıflardan mı Basil ve Vasil - Vesel diyenlerin de olabileceği gibi ya da Barbara veya Varvara ya da Barbar veya Vırvır diyenler ? Bu portre ya da fotoğraf o kadar girift ki tıpkı insanlık çorbasındaki varlığı varsayılan "ırk" safsatası gibi... Çorba meydana geldikten sonra artık ana madde "su" dan ve/veya su olması gereğinden bahsedebilir miyiz ? Ya da eti tuzu biberi mercimeği salçayı ayrıştırabilir miyiz ?
Bir soru... Kaz - Hur yazmışsınız bu çok ilginç benim için biraz açar mısınız ? Nerde kaz'a Hur ? deniyor ? Tahminim doğruysa çok keyif alacağım bir bulgu sundunuz bana.
Bu arada KOB la KYBele KABala ( Kabul edilmiş evrensel kanunlar anlamındadır nedense Tevrat dediğimiz Torah nın dadoğrudan Töre 'ler demek olduğu gibi :-))) (Özündeki Toro Boğa ya da ayrıca dikkat ) KIBle KAB'e ye ve HÜB'el e vs kadar da görebileceğiniz gibi "yolculuk " yapabilme şansınız var. Güzel anlamındaki HOB HUB ve HUB'ubat tan da Farsça "Güzellikler" "Güzel yemek" demek olan Kebab'tan da geçerek :-))) Kabul ve Kabiliyet kavramlarında Afgan başkenti Kanun şehri Kabul da da aynı KOB umuzu görebiliriz
KOB un evriminde gene "kanun" yaptırımcılıının uzantısı olarak "vuruş - darbe " demek olan göreceğiniz gibi sesin yanında "kavramdaş" ta olan batı dillerindeki "coup" (KU) kavramını da görebilirsiniz.
Nitekim meşhur Köfte mizin de aslı "dövülerek, darbelenerek, "coup" lanarak yapılan (kıyma makinesinde değil) et anlamındaki B/F ses transpozesiyle Farsça KUBİDE den geliyor. İranda bugün iki ses te kullanılıyor KÛFTE de KUBİDEH de :-)))
Zıttında ise RA nın Kralın kanununa ne kadar değer verdiğimizi gösterircesine önceleri tehlikeli yaptırımından ötürü alnındaki KOB RA sonra da şehir kanunları nın düşün düşün BOG dur işin çukuru KUB UR olmuş.
vsvsvsvsvsvsvsvs.
Ve gördüğünüz gibi gene hepsi Türkçe :-))) ( Söz !!! Cozer – Sezar’la Cezeryenin ilişkisini kitabı beklemeden yakında anlatacam :-))) Aslında Osirisin = "Es Oğuz Ra"nın kaybolan çükünü düşünürseniz siz de kolayca bulabilirsiniz... :-))) )
Epey uzun oldu sizlere iyi bir "Serbest Gün (Frei Tag) ve Cem Ertesi" ve de Peder günü dilerim. :-)))))
Saygılarımla
A.Ümit İriş
26 Ağustos 2005
Merhaba Ümit Bey,
1. Dili tartışırken yöntem hatanız var. Bu bizim tartışmamızı zorlaştırıyor. Cezerye-Sezar ilişkisini sadece sese bağlı olarak kurmak doğru ise, sizin hiç bir soru sorma hakkınız kalmaz. İsteyen istediği ilişkiyi kurar.
2. Başkasını eleştirdiğinizölçütlerle kendinizi de eleştirebilmelisiniz.
3. Türkleri de insanlara dahil ettiğiniz için teşekkürler. Bu iyiliğinizi unutmayacağım.
4. Homeros'u homurtu'ya bağlarken zorlanıyorsunuz. Size malzeme vereyim yeniden deneyin.
keb (kab, kob) 'söz' > kebder 'sözler' (Farslar buna güftar derler ve sözün Farsça olduğu resmi dilcilerce söylenir. Yanlıştır)
kob-uz 'her türlü çalgının adıdır'. Nefesliler dahil. Yani ses'ten türediği belli.
kob-ur 'çalgı' (yazıcı-yazar örneği gibi r-z değişimi) (keman-kemençe-kabak...)
kobur-cu- Homeros ??
5. Mizah anlamındaki 'humor' sözü Homeros ile karıştırılmamalı. Ses benzerliği var yalnız. Homeros-Ömer bağlantısı da öyle. Başka malzeme ile desteklemeniz gerekli. İlişki kurulmadıkça havada kalır. Humor için malzeme vereyim:
kubat 'neşe'
kuvakı 'komik'
kopara 'güldürücü, taklitçi'
yumar 'mizah' (hemen humor'un bozulmuşu demeyin)
yomak 'şaka, eğlence, mizah'
kuvak 'komik'
kıfı 'komik'
Görüldüğü gibi humor bütünün tek bir parçasıdır.
6. R-z meselesi Batı dillerinde çok sözü edilmiş bir konudur. Türkçe için de r-Türkçesi (Çuvaş-Bulgar Türkçeleri) ve z-Türkçesi (Oğuz Türkçesi) ayrımı yapılır. Meşhur örnekleri şöyledir:
tuz-tur
buzağı-burağı
buz-bır (batılı freez'in kökü)
kız-kır
kazan-huran
öküz-okur ( gazete-kitap okur'u ile bun okur'u ilkintilendirecek birine ben inanmam. latife yapılabiliro kadar.)
kaz-hur
ikiz-ikir
Bu çok temel bir konudur. Bilmemenize çok şaşırdım. Ben konuya farklı bakıyorum. TürkiyeTürkçesi z-Türkçesidir gibi toptancı yaklaşım doğru değildir. Bazı ağızlar belli eğilimler gösterir ama, her ağızda hem r- hem de z- örnekjleri vardır. Boş-amak ile bır-akmak r-z çiftidir. İngilizcedeki free-ing sözü bır-akmak köküyle soydaştır. Çuvaşça için r-Türkçesi denir ama bizi 'yer' deriz onlar 'yış' .
Diğer konuları tartışmıyacağım. Yöntem farklı. Sezintilerle sohbet edilebilir, ama tartışmak olmuyor. Ben daha somut, örnekli, destekli olmaktan yanayım.
Saygılarımla,
Adnan Atabek
26 Ağustos 2005
Sayın Atabek:
Biraz daha devam edelim:
a) Pek çok yazımda aynen sizin de dediğimiz gibi bugün "dil ve antik çağ tarihi ncelenirken pek çok logos tan aynı anda yararlanmak gerek yazdığımda gene grubumuzdan bir arkadaşamız kaç kişi o logoslara vakıf olup ta hepsiyle düşünecek diye itiraz etmedi mi ?
b) Homeros = Kammer - (ozan demektir ) demişsiniz. Günümüz belli yöreler Türkçesinde olabilir. Ben "Anadolu merkez " ağırlıklı düşünmekle beraber ilk defa duyuyorum . Teşekkür ederim , bu sözcüğün tarihçesini ve etimolojisini araştıracağım. H-K transpozesi çok fazla yaygın bir şey o nedenle olmaz diyemem.
Ama bir konuda gelin anlaşalım. Sadece beni değil ama "evrim" araştırması yaparken; ki ben kök değil evrim dinamizminin araştırmasını yapmayı ve bunlardan evrensel geometrik sonuçlar çıkararak gelecek için "dersler" alıcı postulatlar, teoremler, gerçekler çıkarmayı tercih ediyorum; kimin neyi ilk yaptığı değil, ilk yapılıştan sonra "aynı şeyin" nasıl farklı evrimler gösterdiğini ve bu evrimlerin de geriye dönüşlerle nasıl farklı evrim göstermişlerle kaynaştığını tesbit kanımca daha önemli ve "insanlık adına " daha yararlı... ( Bu insanlara tabii Türkler de dahil :-))) )
Bu minvalde gelin Homeros u ele alalım. Tabii ki bu adamın eğer dediğiniz gibi adı yaptığı meslekten ötürü kişiliğine verilen sıfattan gelmiyorsa doğumunda bir adı var varsayalım ve bunu da bugün Homeros olarak biliyoruz. M.Ö. 900 lerde İzmir de yaşıyor ve iki ünlü destan yazıyor ya da daha doğrusu "anlatıyor" !!!!!!! Yazıya dökülüş çok seneler sonra. !!! Yani "tevatüre" çok müsait bir kişilik söz konusu.
Aradan 400 sene kadar geçiyor vatandaşımız Ayvalıklı Herodotos babasıyla artık gelişen ve zamanın parıltılı başkenti haline yeni gelmiş olan Atina ya Istanbulun taşı toprağı altın misali göç ettikten sonra gene onun destanlarına dayanarak ve halkın teamülleri uyarınca Meşhur Teogonia ve Günler ve İşler i yazıyor... ( O yıllarda Artık günümüzde de okunabilir Helen - Yunan yazısı denilen yazı var )
Ne var ki 100 sene kadar sonra Sokrates in ağzından çok tanrıcı değil tek tanrıcı olduğunu bangır bangır bağıran ama bugüne kadar bu yönünün üstünde nedense fazla durulmayan Platon ( Filo Adon = Tanrı'nın dostu, ) Ağa Homerostan bahsederken "HOMURTU" lardan bahsetmeye başlıyor.
Hani o aşırı dindarlar dudaklarının arasından kızdıklarında mırıl mırıl "homur homur" bişey gevelerler ya işte Homeros'un tanrılarını anmak Homurtu ya, homurdanmaya dönüşüyor.
Batıya yürüyen bu kelime bir yandan halklarının nezdinde "kamu oyu" demek olan öbür yandan da çatalıyla "gırgır" ya da gene "ruh hali" anlamlarını içeren "Humour (ing)" "Humeur"(Fr) Humore (it) kavram ve kelimelerini yaratıyor .
Ama diyorum ya hep "doğu" daha sadık ve ama daha tutucu diye; şimdi Allah için kimsenin taraf tutmuş diyemeyeceği Homeros Adil, Adaletli Ömer oluyor.
Acaba Truva savaşi gerçekten olmadı da Homeros aslında sembolik olarak bir insan yaşamında tek kişinin içindeki farklı özellikleri farklı düşmanlar ve kişiliklermiş gibi gösterip bir insan "ÖMÜR ünü" mü anlattı ??? Ya da Iliada ve Odisse ki zaten batıda "yolculuk" anlamını almış vaziyette ... ezoterik bir yaşam ve kişiliğin öz deneyleri tasviri destanından öte bir şey değil mi ?
Bu tabii ki bir taraf tutulacak ve bu böyledir diyebileceğimiz bir olgu değil. Ama kanımca göz ardı edilmeyecek te bir hipotez. Öyle değilse bile o tür bir düşünce uygulamasına ve sembolik tatbikata yatkın bir malzeme... Bir geçmiş insanlık mabedi taşları vesselâm...
İşte vatandaşımız Homerostan çıkarılabilecekler ve daha da aranırsa bulunabilir tabii ki. Ama milli ve ırkî gözlükler takılınırsa bunları görme şansı da baştan kadükleştirilmiyor mu ?
"Teogonya" nın da Homur homur homurdanıcıların gene Platon ve sonrakilerinin tutucu kalıpçı dindarlar hakkında çıkardıkları deyimiyle takırdamalarının sonuncunda "Takunya" cılar deyim ve tanımını yarattığı konusunda da sanırım pek şaşıran olmaz. Biliyorsunuz "takunya" yı taaaa o dönemlerden beri giyiyoruz. Yeni bir şey değil.
c) Augure Uğur da Oguz -Ogur z-r transpozesinden bahsetmişsiniz. Başka örnekler verebilir misiniz ? Ben d - t - z - s - hatta c transpozelerini biliyorum ve gözlüyorum da z-r değişim örneği hiç dikkatimi çekmiyor, hiç bir lisanda.
Oguz - Ogür bana çok zorlama geldi. "OG" bakış, göz, ok temel ortaklıkları dışında... Biri bakışın özü = Oğuz (Öküz) öteki "tanrısal bakış = Og Ra" şeklinde deşebiliriz kavram kökeni olarak diye düşünüyorum.
d) Veee gelelim Tamgalı Say a yani Türkçesiyle Damgalı Taş'a
Google da Türkçe ve Türkçü sitelerden başka hiç bir yerde bulunmayan ve henüz evrenselleşmemiş bu olgu tabii ki ilginç ve güzel. Kâzım Mirşan Usta ( Kanımca Her düşünen ve eser veren eğrisi veya doğrusuyla bir Usta dır ) lginç şeyler söylemiş, yakalamış ama kanımca Sn Haluk Tarcan, Adile Ayda ve benzerleri gibi hep yerleşmiş Orta Asya Türklüğü ve Türkün kökenini Orta Asya'ya "hapsedici" cihana yaymayıcı zihniyetin tutsağı olmaktan kurtulamamış. Düştüğü tuzak ve kendini yanıltması da kanımca orda. Türkü diğer insanlardan farklı bir yaratık gibi görmek isteyenler için se biçilmiş kaftan tabii ki :-)))
M.Ö. 8000 diyor bu Damgalı taş tarihine ... Mağarada... Mağara çizimleri biliyorsunuz Paleolitik çağlardan M.Ö. 30000 lerden beri dünyanın her yerinde mevcut
Oysa aynı tarihlerde Anadolu da Şehirler başlıyor Medeniyet olarak...Neolitik dönem, taşı yontma, kullanma ve inşaat yapma !!! Urfa Göbekli tepe, Nevali Çore, Diyarbakır Çayönü, mevcutlar. Azerbaycan Gence deki koç başlıklı duvar yakılıp yıkılalı 500 sene olmuş bile ve Çatalhöyük e sadece 500 sene var eğer mevcut buluntuların daha da evveliyatı yoksa... Buna mukabil koskocaman bir ortak özellik var resimlerde her iki tarafta da BOĞA hakim.
Boğa Asya da hemen hemen ilk görülüyor. Evveliyatında Özbek topraklarında vs hep "keçi " "ibex" hakim o günlere kadar. Boğa daha Anadolulu ve Avrupalı...
İşte kanımca burda diğer sembolizma detaylarına girerek başınızı şişirmeyeceğim olgu "Türklük" Tauric lik başlıyor. ( Başı çiçekli - güneşli gibi adamların da noktalamaların geleneksel sembolizmada "döl" "fikir düşünce" sembolizması olarak adlandırıldığını yani "tanrısal düşünceli, yaratıcı adamlar boğa yı kullanabilen adamlar olarak düşünüldüğünü söyleyebilirim. Bkz. Anadolu Medeniyetleri müzesi. )
Yazışmak ve okuşmaya devam dileklerimle ( occhi = göz leşme evriminden den gelen "oku"mak'tan bahsediyorum ok atmaktan, atışmaktan değil ... her ne kadar aynı kökten de gelseler :-)))) )
A. Ümit İriş
25 Ağustos 2005
Ümit Bey,
1. Kızılderililer M.Ö. 37000 lerde Beringden geçerek Amerikaya gitti ( F.HOURS, Les Civilisations du Paleolitique, s. 118-119)
2. Tespit edilmiş en eski yerleşim Baykal Gölü yakınında Angara vadisinde M.Ö. 35000-30000 arası (A.MARSHACK, Les Rasines de la Civilisation, s.37)
3. M.Ö. 27000 de Sibiryada kemik üzerine işlenmiş bir ay takvimi çizelgesi (FROLOV, Variation Cognitives et Creatrices dans l'art Paleolitique)(Felsefe Dergisi,sayı.2, yıl.1990, s. 135)
Bilmediğinizi ihtiyatla karşılama ihtiyatı bile göstermiyorsunuz. Beni tartışmaktan alıkoyan bu durumunuz.
Bu durumunuz, çok net olarak bilinen bir bakış açısını yansıtıyor. Propaganda üslubu taşıyorsunuz. Siz bilinçli olarak bu niyette biri olmayabilirsiniz. Ama sizi etkilemiş olan ideolojinin amacı birilerini belli bir yönde düşündürmektir. Adını ne onlar koyar ne siz bilirsiniz. Dışardan gözleyenin ise, resmi görüp kendince adlandırması çok doğaldır.
Adnan Atabek
25 Ağustos 2005
DİLLER TEK KAYNAKTAN ÇIKTI
Diller tek kaynaktan çıktı. Bu artık bilimsel bir bulgu. Bir zamanlar, Güneş-Dil Teorisi buna benzer şeyler söyledi diye yapmadıkları edepsizliği bırakmayan kesimler (Batı beslemeleri), şimdi bu görüşü (adı başka konsa da) Güneş-Dil Teorisini sahiplenmeye başladılar. Tabiiki merkeze kendilerini oturtarak. Batı ile organik bağ içinde olanlar, yeni propaganda malzemelerine uluşmışlar, ve yeni sakızları çiğnemeğe başlamışlar. Bazı gönüllü amatör-yalaka takımı daha işe uyanmamış. Köşe yazarları da var bunlar arasında. Eski teranelere devam ediyorlar. Eski üslupla Güneş-Dil eleştirisi yapıyorlar.
Güneş-Dil teorisinin ne olduğunu Türk aydını bilmez. Bildiğini sanan da bilmez. İddia ediyorum ki bilmez. Çünkü, Atatürk sonrası bu teori ile ilgili ne varsa ortadan kaldırılmıştır. Devletin resmi kurumlarındaki arşivler, kitaplar, raporlar... herşey ya yok edilmiş, ya da yedi kapı ardına gizlenmiştir. Bugün Türk Dil Kurumu kendi resmi tutanaklarını mezattan satın almaktadır. Güneş-Dil teorisi dersleri veren Dil Tarih Coğ.Fak.'de bu derslere ait notlar yoktur. Atatürk'ün zamanında tercümesi ve basımı yapaılan oniki ciltlik Pekarski'nin Yakut Dili Sözlüğü'nün tek bir nüshasının izi dahi ortada yoktur.
Birilerinin önce, bu politik durumu izah etmeleri gerekir. Bu olayın izahını yapamayan birinin, Güneş-Dil Teorisini anlama şansı yoktur. Eleştirme şansı da yoktur.
Elde kalan çok sınırlı kaynaklar şunlardır: Özel kütüphaneler, sahaflar vb. yerlerdeki Atatürk dönemine ait TDK yayınları ve başka yayıncıların çeşitli kitapları. Bunları edinmek ekonomik olarak zordur. İmkanınız olsa bile bulmak zordur. Hangi aydının evinde bir Çuvaş Sözlüğü var? Hangi aydının evinde bir Eti Sözlüğü var?
Güneş-Dil Teorisi; bu anlaşılması zor olan Atatürk sonrası dönemde, hiç bir bilimsellik yada mantık taşımayan, küfür ve alay temelinde yazılara konu edilmiştir. Açın Murat Belge'yi okuyun. TDK nın bu dönemdeki kendi yayınlarını okuyun. Sol söyleme bakın. Sağ söyleme bakın. Bütün bu döneme ait tartışmaların malzemesi, Güneş-Dil Teorisi içeriği dışındaki malzemedir. Çetin Altan bir roman yazar. Bu romanda tarih öğretmeni ağzından Güneş-Dil teorisi eleştirilir. Tüm eleştirilerin malzemesi bu roman malzemesi ve benzer diğer yakıştırmalardır.
Missisipi-mısır sapı
Amazon-amma uzun
Fırat- fır (diye koşan) at
örnekleri bu dönemin nadide sahte Güneş-Dil edebiyatı ürünleridir.
Birileri çıksın, bu şartlar altında kimin nasıl bilgi sahibi olabileceğini, Güneş-Dil teorisini nasıl öğrenebileceğini anlatsın. Bu dayancalarla iddia ediyorum ki, Türk aydını bu konuyu bilmemektedir, belki bildiğini sananlar vardır.
Çok şükür ki; soğuk savaşın kör döğüşü ortamından kurtulduk ve insanlar kendi gündemlerine dönme şansı elde ettiler. Bu sayede, bugün, durumu kavrayabilmekte ve bilmediklerimizi anlamaya çalışmaktayız.
Güneş-Dil Teorisi, mutlak bir tek dilden söz etmedi. Bilinen büyük dillerin, tek kaynaklı olabileceği, çok zengin dil verileri yolu ile iddia edildi (Bugün bilim bunun böyle olduğunu söylüyor). Bu tek dilin Türkçe, ilk insanın da Türkler olduğu keza iddia edilmemiştir. Neolitik uygarlığın Türklerce dünyaya yayıldığı, baskın dilin baskın uygarlığın bu olduğu dile getirilmiştir. Batının sosyal bilimlerdeki sahteciliği, Türk adı karşısındaki paranoyası bile bu durumun gerçekliğini ispata yeter değil midir?
Avrupalı baskın uygarlık benimkidir derken ona yalakalık edenler, baskın uygarlığın Türk uygarlığı olduğu iddiasında neden kırmızı görmüş boğa gibi olurlar?
Bugün bizler, Ön-Türkçe ile kullandığımız dilin çok eski tarihteki halini kasdederiz. Bizim dilimizle aynı kaynaktan gelen Japon buna Ön-Japonca derse o da bizim kadar haklı olur, doğru söylemiş olur. Çerkez buna Ön-Çerkezce derse keza haklı olur. İngiliz buna Ön-İngilizce derse haklı olur.
Fakat burada, önemle üzerinde durulması gereken bir şey var. Tarih buna ne diyor? Tarih diyor ki; bir bu uygarlığı yaratıp onbinlerce yıl onu yaşayıp onunla yoğrulmuş etnos var. Bir de, bu uygarlıktan son bir kaç bin yıl önce haberdar olan etnoslar var. Çinli, Hintli, Semitikler, Zenciler ve Kuzey Avrupa etnosları böyledir. Bilim bunu açıklıkla ispat ediyor. Bugükü Avrupalıların işaret genlerinin neolitik uygar insan genleriyle en az uyuşan genler olduğunu yine batılı bağımsız bilim adamları söylüyor.
Bu bize bir üstünlük mü sağlıyor? Hayır. Yaradan insanı eşit yaratmıştır. Uygarlıktan onbinlerce yıl habersiz Batı, onu öğrendikten sonra hızla uyum sağlamış, kendince yeni bir uygarlık yaratma yoluna girebilmiştir. Bu insanoğlunun yaratılış özelliklerinin aynı olmasındandır.
Peki fark nedir?
Uygar insanın onbinlerce yıllık yoğrulmuşluğunu taşıyanlar (hepsi olmasa da ağırlıklı olarak Türkler, kuzey Çin halkları, Araplaşmış Şameli(Irak, Suriye, Filistin, Ürdün), kısmen Mısır, Balkan halklarının çoğu, Yunanistanın kırsal bölge halkları ve Anadoludan giden son göçmenler, İngiltere halklarının bir kısmı (Anadolu ve Balkanlardan gidenler), İskandinavya Fin ve Sammi halkı, Kızılderili denen halklar....), sonradan kazanılan gelişkin insani özelliklere sahiptirler.
Kızılderilileri, 'western' filimlerin gözlüğünden görmeyip tanımaya çalışırsanız, farkı görürsünüz. Gerek yoksa, taşı bile incitmemek gerektiği inancındaki Kızılderili ile 'halı bombardmanı' kafasındaki Amerikalı farklıdır.
Uygarlığı, yüksek binalar ve gelişmiş insan öldürme makinaları olarak görmüyorsanız, görecek çok şey var. Tarihte hiç bir kültürü yabancılamamış, ezmeye kalkmamış, yok etmemiş, saygı duymuş kendinin bilmiş Türklerle, en küçük farkı hazmedememiş Batı yabaniliği farkını görebilirsiniz. Bosna'lıları daha dün toplu mezarlara koyan kafa ve bunu seyrederek maişet koparmaya çalışan bugünün 'uygar'ları ile bu dev coğrafyada binlerce etniği yüzyıllarca saygı duyarak barış içinde yönetmiş Türklerin farkını görebilirsiniz.
Başkalarına saygılı, hoşgörülü bu engin gönüllü uygar insanı görmek ve farketmek, büyük bir insanlık sorumluluğudur. Bu sorumluluğu duymayanlar, dünyayı, toplu mezarlar, halı bombardımanları, toplu tecavüz, insan öldürme makinaları, insan yakma fırınları, temiz bomba, Nagazaki, Hiroşima, delik ozon, kirli gök, kirli hava, kirli toprak, kirli medeniyete teslim etmiş olacaklardır.
Güce dayalı bu medeniyeti savunabilir misiniz? Herşeyin paraya dayandığı, paranın da parası olanın hakkı olduğu gibi, gücü ilelebet bir azınlığa ait gören bu güce medeniyet diyebilir misiniz?
İnsan haklarını hakların merkezine koyduğunu iddia eden, fakat insanların milyonlarcasını bir çırpıda öldüren bu medeniyete medeniyet diyebilir misiniz? Guantanamo, Abu Gurayb, Tora Bora... gibi işkence adalarını bulunduğu bu dünyaya özgür dünya diyebilir misiniz?
Göğsünüzdeki kalbinizi, karaciğerinizi, böbreğinizi, sizdense sizden daha zengin birin hakkı olduğunu savunan bir hukuk düzenine tabi yaşadığnızı biliyor musunuz? Bunu kabul edebiliyor musunuz? Buna medeniyet diyebilir misiniz?
İşte fark budur! Günümüzde uygar insan bunu gören insandır. Dört yüz yıldır 'western' bobardımanı altındaki Amerikada Kızılderiliyi makbul insan, hatta kendinden üstün özellikli insan olarak görenler var. Aborijinleri böyle gören insanlar var. Adlarını sildikleri bu insanları bugün baştacı edebilen bu insanlar, uygarlaşmış insanlardır.
Uygarlık yükselmektedir.
Bize uygarlık diye sunulan, zalim, yobaz, acımasız, bilgisiz, hoyrat ve zorbadır.
Adnan Atabek,
24 Ağustos 2005
Adnan Bey
Nerdeyse bu yazınızı okumadan saf saf Cezerye ve Cozer in ses benzerliği ötesi doğrudan evrensel web; evrensel örümcek ağı üzerindeki zigzaglı yol ilintisini size anlatmaya başlayacaktım.
Tam iyi bir yola giriyoruz diye düşünmeye başlıyordum ki bana OHHA!!! dedirten işi siyona miyona taşıyan ön yargılarla dolu komik bir yazı yazmışsınız.
Hangi sorunuza cevap alamadınız ki ?
27.000 yıllık Asya safsatasının neresine cevap vereyim ki ? Safsataya cevap verebilmek için medeniyetinin somut delili olması lazım ki somut delilli Anadolu ile mukayeseye cevap verebileyim. Biri çıkmış bir şeylere 27.000 yıllık demiş, Mu demiş, Atlantis demiş , Uzaydan gelenler demiş vsvsvs neresi gerçek bunların. Haaa koyun Çatalhöyük Göbekli tepe NevaliÇore Hacılar, Bakır ve Tunç işlemesi, Demir yapımı vs vs örneklerinin Orta Asyada tekabül eden kronolojik tarihlerini; karşılaştıralım bakalım neresi daha önce, ??? dolayısıyla kim, neresi nereyi etkilemiş ???. Asya ya "Asya denilmesi bile daha şunun şurasında kaç senelik ki ? !!! Hattia büyümüş Asya laşmış gerçek Hattia Ön Asyalaşmış son 2200 senecikte...
Bakın ne güzel Tamgalı Saydaki Boğa ve Güneş adamlarla Anadoludaki çağdaşlarının mukayesesini şappadanak yapıverdik. Ama 27.000 de konacak bir şey yok ki da ortada... Paleolitik mağara çizimlerinden başka !!!! Onlarda Orta ASya da keçi ve keçi boynuzları Anadolu ve Avrupa da ise Kadın ve Boğa hakim resimler hepsi bu !!!
Nerde hareket olursa dil de orda gelişir ve gelişmemiş olan da o yeni evrimin dilinden, örf ve adetinden alıntı yapar. Bu işin geometrisi ve dinamiği bu kadar basit. Yerinde oturan ve yaratmayan da doğal olarak dilini kadükleştirir masa başında İstediği kadar ikame kelimeler üretse de ....
Irk ve Kavim kavramlarına inanmadığım ve de duygusallığın ötesinde bir gerçekleri olmadığını düşündüğüm için "gelen giden Sümerler Türkler" vsvs tevatürlerine dayanan akılsamalar da tartışılacak zemin yaratmıyorlar bana göre. Toplumlar ırklarına göre değil fikir ve düşüncelerine inançlarına göre ayrışmışlar hep tüm tarih boyunca. Tıpkı bugün de Türkiye de maalesef çözülmekte olduğumuz gibi. Çözülmelerin ayrışmaların da merkezi Türkiye olmuş hep maalesef bütün eski tarihe baktığımızda, başka herşeyin yanısıra ; kök dilin de doğal merkezi olduğu gibi...
Homo Sapiens Sapiens Medeniyeti M.Ö. 10.000 lerde başlıyor ve ilk en şaşaalı örneği Çatalhöyük.M.Ö. 7500 Aşağı Mezopotamya anca Kiş le 5000 lerde aynı düzeye geliyor. Kimilerinin söylediğinin aksine Jeriko daha da sonra Ur ve Uruk sa 3000 lerden sonra. Mısır da hakeza... 2500 lerden sonra. Hint - Çin de aynı dönemler.
Unuttuğumu söylediğiniz sorularınızı gene de lütfen tekrar ederseniz Siyoncu miyoncu olmadıklarına ve olmayacaklarına sizi temin edeceğim cevaplar vereceklerime emin olabilirsiniz :-))))) ( Pes doğrusu !!! )
A. Ümit İriş
Ümit Bey,
Herkes tek kaynak diyecek tabii. Bu bilimsel bir bulgu artık. Sizden bir lütuf değil bu. Ama anlayabildiğim kadarıyla siz bu tek kaynağı siyoncu bir kökene bağlıyorsunuz. Tarih buna izin vermiyor işte.
Çünkü Sümerler iki nehir boyuna geldiklerinde, ortada Semitik diye bir realite yoktu. Sümerlerin; Hintli ve zenci tarım işçilerinin melezleşmesi sonucu bu halk doğdu. Zamanımızdan en çok 4000 yıl geriye gider. Uygarlık tarihi ise onbinlerce yıllık bir şey.
Size bir çok yazımda cevap verdim ve bazı sorular sordum. Israrla, cevaptan kaçıp, kendi tezlerinizi takrarlıyorsunuz. Bu ortam, gerçek bir tartışma ortamıdır. İnanın propaganda yeri değildir. Propaganda için sayısız ortam var. Bu ortamdan birilerinin fena halde rahatsız olduklarını ve sabote etmek istediklerini biliyorum. Buranın sabote edilmesine izin verilmeyecektir.
Tamgalı Say' duymuş olduğunuza sevindim. Tamgalı Say ve Anadolu eskilik açısından karşılaştırılmalı, iyi olur. Bunu sizden bekliyoruz. Tamgalı Say'dan haberiniz olduğuna göre, esirgemezsiniz.
Soru sorarken ki, bilimsel-akılcı bakışınızı cezerye-Sezar ilişkisi kurarken unutuyorsunuz. Daha önce Asyada M.Ö. 27000 yıllık kalıntı örneği karşısında, Anadoluda ne kadar eskiye gidiliyor? soruma yanıt alamadım. Sorarken iyisiniz, cevapta unutkansınız.
Farkında olduğunuz, bildiğiniz, bilimsel ölçütleri kendi yazılarınızda dikkate almıyorsunuz. Sorgularken çok cevval, yazarken çok 'larj'sınız.
Üslubumu da yadırgamışsınız. Ben size epey soru sordum. Yanıt alamamıştım. Bu üslup ses getirdiğine göre, yadırganmamalı, işe yaradı. Deneyeceğim...
Herşeye rağmen, samimi tartışma yapamak istediğinize inanmak istiyorum. İnandırmak size kalmış.
Adnan Atabek
Adnan Bey:
Adnan bey ben de aynı şeyi söylüyorum zaten. :-)))
Ben de tek kaynaktan bahsediyorum Neden anlatamadığımı anlayamadım. Ama tabii ki tek kaynağın "statikliğinden" bahsetmek söz konusu değil değil mi ? Sonradan olan , ana kaynaktan doğanların doğduklarını etkileme dinamizmlerini de devreye sokarak düşünmenin neresi yanlış ya da gerçek dışı ?
Teknoloji ve medeniyet ilerledikçe ileriye gidenler geride kalan tutucuları , hiç bir şey üretip yaratmayanları hep etkilemişler ve lisanlarını şişirmişler değiştirmişler yalan mı ? Halâ da öyle olmuyor mu ?
Tamgalı Say dan haberim var tabii ki " gerçek tarihleri ne ??? " Anadolu ile mukayese edince ???
Ayrıca kızgın ve kafaya taş vuran üslubunuz da bir bilimsel tartışma ortamında anlaşılır gibi değil !!! ....
Gene de Saygılarımla
A. Ümit İriş
Merhaba Ümit Bey,
1. Dili tartışırken yöntem hatanız var. Bu bizim tartışmamızı zorlaştırıyor. Cezerye-Sezar ilişkisini sadece sese bağlı olarak kurmak doğru ise, sizin hiç bir soru sorma hakkınız kalmaz. İsteyen istediği ilişkiyi kurar.
2. Başkasını eleştirdiğinizölçütlerle kendinizi de eleştirebilmelisiniz.
3. Türkleri de insanlara dahil ettiğiniz için teşekkürler. Bu iyiliğinizi unutmayacağım.
4. Homeros'u homurtu'ya bağlarken zorlanıyorsunuz. Size malzeme vereyim yeniden deneyin.
keb (kab, kob) 'söz' > kebder 'sözler' (Farslar buna güftar derler ve sözün Farsça olduğu resmi dilcilerce söylenir. Yanlıştır)
kob-uz 'her türlü çalgının adıdır'. Nefesliler dahil. Yani ses'ten türediği belli.
kob-ur 'çalgı' (yazıcı-yazar örneği gibi r-z değişimi) (keman-kemençe-kabak...)
kobur-cu- Homeros ??
5. Mizah anlamındaki 'humor' sözü Homeros ile karıştırılmamalı. Ses benzerliği var yalnız. Homeros-Ömer bağlantısı da öyle. Başka malzeme ile desteklemeniz gerekli. İlişki kurulmadıkça havada kalır. Humor için malzeme vereyim:
kubat 'neşe'
kuvakı 'komik'
kopara 'güldürücü, taklitçi'
yumar 'mizah' (hemen humor'un bozulmuşu demeyin)
yomak 'şaka, eğlence, mizah'
kuvak 'komik'
kıfı 'komik'
Görüldüğü gibi humor bütünün tek bir parçasıdır.
6. R-z meselesi Batı dillerinde çok sözü edilmiş bir konudur. Türkçe için de r-Türkçesi (Çuvaş-Bulgar Türkçeleri) ve z-Türkçesi (Oğuz Türkçesi) ayrımı yapılır. Meşhur örnekleri şöyledir:
tuz-tur
buzağı-burağı
buz-bır (batılı freez'in kökü)
kız-kır
kazan-huran
öküz-okur ( gazete-kitap okur'u ile bun okur'u ilkintilendirecek birine ben inanmam. latife yapılabiliro kadar.)
kaz-hur
ikiz-ikir
Bu çok temel bir konudur. Bilmemenize çok şaşırdım. Ben konuya farklı bakıyorum. TürkiyeTürkçesi z-Türkçesidir gibi toptancı yaklaşım doğru değildir. Bazı ağızlar belli eğilimler gösterir ama, her ağızda hem r- hem de z- örnekjleri vardır. Boş-amak ile bır-akmak r-z çiftidir. İngilizcedeki free-ing sözü bır-akmak köküyle soydaştır. Çuvaşça için r-Türkçesi denir ama bizi 'yer' deriz onlar 'yış' .
Diğer konuları tartışmıyacağım. Yöntem farklı. Sezintilerle sohbet edilebilir, ama tartışmak olmuyor. Ben daha somut, örnekli, destekli olmaktan yanayım.
Saygılarımla,
Adnan Atabek
Sayın Atabek
Biraz daha devam edelim
a) Pek çok yazımda aynen sizin de dediğimiz gibi bugün "dil ve antik çağ tarihi ncelenirken pek çok logos tan aynı anda yararlanmak gerek yazdığımda gene grubumuzdan bir arkadaşamız kaç kişi o logoslara vakıf olup ta hepsiyle düşünecek diye itiraz etmedi mi ?
b) Homeros = Kammer - (ozan demektir ) demişsiniz. Günümüz belli yöreler Türkçesinde olabilir. Ben "Anadolu merkez " ağırlıklı düşünmekle beraber ilk defa duyuyorum . Teşekkür ederim , bu sözcüğün tarihçesini ve etimolojisini araştıracağım. H-K transpozesi çok fazla yaygın bir şey o nedenle olmaz diyemem.
Ama bir konuda gelin anlaşalım. Sadece beni değil ama "evrim" araştırması yaparken; ki ben kök değil evrim dinamizminin araştırmasını yapmayı ve bunlardan evrensel geometrik sonuçlar çıkararak gelecek için "dersler" alıcı postulatlar, teoremler, gerçekler çıkarmayı tercih ediyorum; kimin neyi ilk yaptığı değil, ilk yapılıştan sonra "aynı şeyin" nasıl farklı evrimler gösterdiğini ve bu evrimlerin de geriye dönüşlerle nasıl farklı evrim göstermişlerle kaynaştığını tesbit kanımca daha önemli ve "insanlık adına " daha yararlı... ( Bu insanlara tabii Türkler de dahil :-))) )
Bu minvalde gelin Homeros u ele alalım. Tabii ki bu adamın eğer dediğiniz gibi adı yaptığı meslekten ötürü kişiliğine verilen sıfattan gelmiyorsa doğumunda bir adı var varsayalım ve bunu da bugün Homeros olarak biliyoruz. M.Ö. 900 lerde İzmir de yaşıyor ve iki ünlü destan yazıyor ya da daha doğrusu "anlatıyor" !!!!!!! Yazıya dökülüş çok seneler sonra. !!! Yani "tevatüre" çok müsait bir kişilik söz konusu.
Aradan 400 sene kadar geçiyor vatandaşımız Ayvalıklı Herodotos babasıyla artık gelişen ve zamanın parıltılı başkenti haline yeni gelmiş olan Atina ya Istanbulun taşı toprağı altın misali göç ettikten sonra gene onun destanlarına dayanarak ve halkın teamülleri uyarınca Meşhur Teogonia ve Günler ve İşler i yazıyor... ( O yıllarda Artık günümüzde de okunabilir Helen - Yunan yazısı denilen yazı var )
Ne var ki 100 sene kadar sonra Sokrates in ağzından çok tanrıcı değil tek tanrıcı olduğunu bangır bangır bağıran ama bugüne kadar bu yönünün üstünde nedense fazla durulmayan Platon ( Filo Adon = Tanrı'nın dostu, ) Ağa Homerostan bahsederken "HOMURTU" lardan bahsetmeye başlıyor.
Hani o aşırı dindarlar dudaklarının arasından kızdıklarında mırıl mırıl "homur homur" bişey gevelerler ya işte Homeros'un tanrılarını anmak Homurtu ya, homurdanmaya dönüşüyor.
Batıya yürüyen bu kelime bir yandan halklarının nezdinde "kamu oyu" demek olan öbür yandan da çatalıyla "gırgır" ya da gene "ruh hali" anlamlarını içeren "Humour (ing)" "Humeur"(Fr) Humore (it) kavram ve kelimelerini yaratıyor .
Ama diyorum ya hep "doğu" daha sadık ve ama daha tutucu diye; şimdi Allah için kimsenin taraf tutmuş diyemeyeceği Homeros Adil, Adaletli Ömer oluyor.
Acaba Truva savaşi gerçekten olmadı da Homeros aslında sembolik olarak bir insan yaşamında tek kişinin içindeki farklı özellikleri farklı düşmanlar ve kişiliklermiş gibi gösterip bir insan "ÖMÜR ünü" mü anlattı ??? Ya da Iliada ve Odisse ki zaten batıda "yolculuk" anlamını almış vaziyette ... ezoterik bir yaşam ve kişiliğin öz deneyleri tasviri destanından öte bir şey değil mi ?
Bu tabii ki bir taraf tutulacak ve bu böyledir diyebileceğimiz bir olgu değil. Ama kanımca göz ardı edilmeyecek te bir hipotez. Öyle değilse bile o tür bir düşünce uygulamasına ve sembolik tatbikata yatkın bir malzeme... Bir geçmiş insanlık mabedi taşları vesselâm...
İşte vatandaşımız Homerostan çıkarılabilecekler ve daha da aranırsa bulunabilir tabii ki. Ama milli ve ırkî gözlükler takılınırsa bunları görme şansı da baştan kadükleştirilmiyor mu ?
"Teogonya" nın da Homur homur homurdanıcıların gene Platon ve sonrakilerinin tutucu kalıpçı dindarlar hakkında çıkardıkları deyimiyle takırdamalarının sonuncunda "Takunya" cılar deyim ve tanımını yarattığı konusunda da sanırım pek şaşıran olmaz. Biliyorsunuz "takunya" yı taaaa o dönemlerden beri giyiyoruz. Yeni bir şey değil.
c) Augure Uğur da Oguz -Ogur z-r transpozesinden bahsetmişsiniz. Başka örnekler verebilir misiniz ? Ben d - t - z - s - hatta c transpozelerini biliyorum ve gözlüyorum da z-r değişim örneği hiç dikkatimi çekmiyor, hiç bir lisanda.
Oguz - Ogür bana çok zorlama geldi. "OG" bakış, göz, ok temel ortaklıkları dışında... Biri bakışın özü = Oğuz (Öküz) öteki "tanrısal bakış = Og Ra" şeklinde deşebiliriz kavram kökeni olarak diye düşünüyorum.
d) Veee gelelim Tamgalı Say a yani Türkçesiyle Damgalı Taş'a
Google da Türkçe ve Türkçü sitelerden başka hiç bir yerde bulunmayan ve henüz evrenselleşmemiş bu olgu tabii ki ilginç ve güzel. Kâzım Mirşan Usta ( Kanımca Her düşünen ve eser veren eğrisi veya doğrusuyla bir Usta dır ) lginç şeyler söylemiş, yakalamış ama kanımca Sn Haluk Tarcan, Adile Ayda ve benzerleri gibi hep yerleşmiş Orta Asya Türklüğü ve Türkün kökenini Orta Asya'ya "hapsedici" cihana yaymayıcı zihniyetin tutsağı olmaktan kurtulamamış. Düştüğü tuzak ve kendini yanıltması da kanımca orda. Türkü diğer insanlardan farklı bir yaratık gibi görmek isteyenler için se biçilmiş kaftan tabii ki :-)))
M.Ö. 8000 diyor bu Damgalı taş tarihine ... Mağarada... Mağara çizimleri biliyorsunuz Paleolitik çağlardan M.Ö. 30000 lerden beri dünyanın her yerinde mevcut
Oysa aynı tarihlerde Anadolu da Şehirler başlıyor Medeniyet olarak...Neolitik dönem, taşı yontma, kullanma ve inşaat yapma !!! Urfa Göbekli tepe, Nevali Çore, Diyarbakır Çayönü, mevcutlar. Azerbaycan Gence deki koç başlıklı duvar yakılıp yıkılalı 500 sene olmuş bile ve Çatalhöyük e sadece 500 sene var eğer mevcut buluntuların daha da evveliyatı yoksa... Buna mukabil koskocaman bir ortak özellik var resimlerde her iki tarafta da BOĞA hakim.
Boğa Asya da hemen hemen ilk görülüyor. Evveliyatında Özbek topraklarında vs hep "keçi " "ibex" hakim o günlere kadar. Boğa daha Anadolulu ve Avrupalı...
İşte kanımca burda diğer sembolizma detaylarına girerek başınızı şişirmeyeceğim olgu "Türklük" Tauric lik başlıyor. ( Başı çiçekli - güneşli gibi adamların da noktalamaların geleneksel sembolizmada "döl" "fikir düşünce" sembolizması olarak adlandırıldığını yani "tanrısal düşünceli, yaratıcı adamlar boğa yı kullanabilen adamlar olarak düşünüldüğünü söyleyebilirim. Bkz. Anadolu Medeniyetleri müzesi. )
Yazışmak ve okuşmaya devam dileklerimle ( occhi = göz leşme evriminden den gelen "oku"mak'tan bahsediyorum ok atmaktan, atışmaktan değil ... her ne kadar aynı kökten de gelseler :-)))) )
A. Ümit İriş
Adnan bey ben de aynı şeyi söylüyorum zaten. :-)))
Ben de tek kaynaktan bahsediyorum Neden anlatamadığımı anlayamadım. Ama tabii ki tek kaynağın "statikliğinden" bahsetmek söz konusu değil değil mi ? Sonradan olan , ana kaynaktan doğanların doğduklarını etkileme dinamizmlerini de devreye sokarak düşünmenin neresi yanlış ya da gerçek dışı ?
Teknoloji ve medeniyet ilerledikçe ileriye gidenler geride kalan tutucuları , hiç bir şey üretip yaratmayanları hep etkilemişler ve lisanlarını şişirmişler değiştirmişler yalan mı ? Halâ da öyle olmuyor mu ?
Tamgalı Say dan haberim var tabii ki " gerçek tarihleri ne ??? " Anadolu ile mukayese edince ???
Ayrıca kızgın ve kafaya taş vuran üslubunuz da bir bilimsel tartışma ortamında anlaşılır gibi değil !!! ....
Gene de Saygılarımla
A. Ümit İriş
Ümit Bey;
Kullandığınız dil bilim yöntemi artık Batıda da çaput olmuş yirminci yüzyıl yöntemidir. O yöntem İndo-Yuripian teoriyle birlikte çöpe gitti. Burada, yirminci yüzyılı yeniden tartışmak gibi bir misyon yok.
Dillerin tek kaynaktan geldiğini not edin. Bu, bu çağın bilgisidir. Bunu görmezden gelerek tartışma olmaz. Sidik yarışı olur.
Bakın artık dil bilimi hangi düzeylerde yapılıyor:
***
“İnsan Dil ve Dillerin Kökeni’’ adlı bu araştırmanın amacı, araştırmanın bulgularını karşılaştırmalı olarak İnsan Bilimi (humanity) ve Sosyal Bilimler Bölümü ( özellikle dil bilimi, biyolojik antropoloji, paleoantropoloji, arkeoloji) ve daha da önemlisi Fen Bilimleri Bölümü (nervo-bilimi, moleküler genetik, nüfus genetiği) içinde değerlendirmektir. Fen Bilimleri bölümünün bu çalışmaya katılması durumu can alıcı öneme sahiptir. Özellikle, nöro-bilim, moleküler genetik ve nüfus genetiği açısından.
***
İnsanın genlerinde de bazı bilgiler var. Artık sadece Homeros'ta 'heir' yazıyor en eski o. Diye bilim yapılmıyor. Şimdi Homer-os sorgulanıyor. Homeros Anadolulu Kammer'dir. Kammer, tüm Türk coğrafyasında 'ozan' demektir. Grekler bu Anadolu destanını alıp kendi şivesinde yazmıştır. Kendi şivesi Pelask dilidir.
Diller bir dilden çıktığına göre, Türk Dili de M.Ö. 4000 lerde bu coğrafyada olduğuna göre (Osman Nedim Tuna. Uluslararsı bilim kurulauna sunulan ve ' kusur atfedilemez' niteliği onanmiş kitabı), artık 'heir' nerde yazıyor gibi mikro dil bilim numaraları havada kalıyor. Artık ormanın ne olduğu belli olmuş, sizin yaprakları sınıflama yönteminiz düşmüş. Çünkü M.Ö. 4000 lerde Grek'in adı sanı bile yoktur.
'Varsayılan Orta Asya Türkçesi' deyiminiz de bir o kadar eski bilgiye dayalı. Tamgalı Say yazıtlarını, Ruslar yazmış, Batılı diğerleri yazmış, Kazım Mirşan yazmış, siz adını duymamışsınız. Orada binlerce yazıt var. Taş. Somut. Adamın kafasına değse son değmesi olur. Ya bu taşları izah edeceksin, ya da okuyanları okuyacaksın. Var mı bir fikriniz? Kimindir Tamgalı Say'daki yazıtlar?
Adnan Atabek
Sayın Sulutaş
xeire v. konusunda
M.Ö. 500 ve öncesi mi eski, elimizde delili ve o çağlarda yazılı belgesi olmayan varlığı "varsayılan" Orta Asya Türkçesi mi ?
xeire ve hayır için Hititçe (Neşili ce Sümerce de de (Akadca, Elamca vsvs hatta hatta Aramca da Asurca' da da var derseniz ve örneğini verirseniz canı gönülden katılırım. ...
Benim de savım ve bulgularım beni onlara götürüyor ama Orta Asyadaki Türkî "oluşumu" onların ve dolayısıyla Anadolu Mezopotamya Grek ve Latin oluşumların bir zaman içi kopyası olarak görüyorum hepsi bu. Çinden de Hintten de Persden de alıntılar var tabii ki.
20 seneyi aşkın bir araştırmanın da olgunlaşmamış addedilmesine toplumumuz adına üzüldüğümü belirtmeme izin verin. Tabii ki bu derin konu öyle mail bünyelerinde izah edilebilecek bir şey değil. Kitaba kadar sabredin lütfen.
En azından başkaları gibi "duygusal hezeyanla " başkaları lisanımızın, kelimelerimizin harflerinin yerlerini Türklüğü yoketmek için "mahsus" değiştirdiler gibi garip ve olmayacak hikâyeler anlatmıyorum değil mi ?
Lisanı toplum, halk, zaman süreci içinde kendi yapar. Lisan kendi kendine oluşur.
Atatürk'ün lisanını bile anlamaktan uzak bir toplum haline bizi kimse getirmedi değil mi? Kendimizden başka !!!!!
Kimse masa başında oturup ta "lisan yapmamıştır" " Başka lisanları anagram ya da distorsiyonlarla değiştirmemiş ve kendine uydurmamıştır bugüne kadar... İstisnası bugünkü TDK dır ve bir takım "milli" ve ırkî duygularla yüklü odaklardır...
İstediğiniz kadar Türkçe Egemenlik deyin Hegemonyadır. Ve daha eskisi bulununcaya kadar Grekçe den gelmedir... Egemen kişi Hegemon kişidir. Dürüstük ve insanlık bu kelimenin bize "bugün için" Grekçeden geldiğini öğretebilmektir ve de daha da eskisini araştırmaktır... Gerçeği maskelemek, uydurma tarih ve dil kökenleri yaratmak değil...
"xeir ( heyr) daha eskisi bulununcaya kadar Grekçeden gelme "Kutsal eylem" "Hayır" dır , hayırlı iş, hayrat anlamındadır. "xeiret " yazılır ilgili M.Ö. alfabesinde ; zira aynı anlamda aynı sestedir. ( Kökü Horus a, Hurri den türemişliğe kadar iner diyebiliriz )
En azından dediğiniz gibi "bilimsel" bir araştırma yapılacaksa "duygulardan ve mevcut "milli komplekslerden" ve "milli haklılık" kavramlarından kendimizi soyutlamamız gerek. Değil mi ?
Tabii tüm bunları idrak için Türk ün ve Türklüğün, Türk kültür ve medeniyetinin yanısıra hiç bir medeniyet ve kültürü de bir ırk, bir kavim kültür ve medeniyetleri vs olarak almamak gerektiğini , onlara daha ziyade inanç ve menfaat grupları, "karışımları" temelinde yaklaşmamız gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum....
Saygılarımla
A. Ümit İriş
Dostlar,
Hepinize iyi tartışmalar dilerim. Düzeyli ve yararlı tartışmalara bir yerinde katılmak bir insanlık görevidir. Bilenler, görenler, duyanlar birikimlerini paylaştıkça öze ve göze varmış oluruz. Ben de uzman değilim dil bilimi konusunda ama, tıkandığım ve takıldığım noktalarda ustalara, uzmanlara danışırım. Şimdi de öyle yapacağım.
<"Hayır" da zaten Yunanca "xeire" den geliyor…> savının doğru olmadığı kanısındayım. Tam tersinin doğru olduğuna inanıyorum. ‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan’ tekerlemesine baş vurmaya hiç gerek yok. Ta İngiltere’ye gidip aldığımız ‘İngiliz kumaşı’nın aslında Türkiye’de dokunduğunu kaçımız biliriz?
Değerlerimize sahip çıkmadığımız, nasıl olsa biliyorlar bu değerlerin bize ait olduğunu dediğimiz sürece, kimi türedi korsanlar azgınlıkla, cazgırlıkla sahipleneceklerdir onları…
Baki Dökme’nin belirttiği ve Zeki Kentel’in vurguladığı gibi, Kore Savaşı’nda elde ettiğimiz kahramanlıklarımıza sahip çıkabilseydik, tevazu göstermeyip, bize karşı dikleşmelerin kökünü daha başlangıçta kurutsaydık, hak etmediğimiz bu günkü kuşatılmayı yaşamazdık.
Tartıştığımız dil bilimi dalında derin çalışmalar yapan ustalar Polat Kaya tntr@compmore.net ve Polat_Kaya@yahoogroups.com ile Adnan Atabek AATABEK@ttnet.net.tr sanırım katkıda bulunurlar.
Bir de, henüz olgunlaşmamış tartışmaların hemen genel dağıtıma konulmamasını önerir, düzeyli tartışmaların sürüp olgunlaşmasını dilerim…
Sevgi ve saygımla,
M. Ali Sulutaş / 23.07.05
Merhaba;
Aslında bu tür tartışmalara katılmak istemem. Ancak bazı değişik fikirleri görünce yazmam gerektiğine karar verdim.
Dünyada her iyi şeyin başı Türk'tür sözü doğru olabileceği gibi, yanlış da olabilir. Bu bir hipotezdir. Hipotez ispatlanabildiği takdirde herkes tarafından kabul görür, değilse hipotez olarak kalır. Ancak aksi ispat edilemediği takdirde de hipotez gerçek olarak kabul görür.
Hipotezde olduğu gibi, her iyi şeyin başı Türk mü acaba? Yazıyı, bilimi, kültürü, sanatı gerçekten Türkler mi dünyaya tanıttı, yoksa başka milletler de bunda rol oynadı mı?
Gerçek şu ki, dünyada sadece Türkler yaşamıyor. Bilindiği gibi pek çok millet yeryüzünde mevcut ve her millet insanlık alemine bir şekilde katkıda bulunuyor. Ancak eski devirlerde neler olmuş, onu kimse tam olarak bilemiyor. Eldeki çok eski tarihlerden kalma damgalar, kullanılmış eşyalar incelendiğinde sanki önümüze yukarıdaki hipotezi destekleyen sonuçlar gelmekte gibidir. Bir Türk çocuğunun (hangi boydan olursa olsun) böyle bir sonuçtan ürkmesi beklenemez. Her iyi şeyin (veya pek çok iyi şeyin) Türklerden çıkmış olması düşüncesinin, günümüzde yaşayan Türklere bir üstünlük sağlamayacağı açıktır. Türkler şu anda nasıllar, asıl bu önemlidir. Ne var ki, her şeyin Türklerden çıkmış olması fikrinin şu zamanda yaşayan Türkler arasında bilinmesi, belki onların yeniden tarihteki asıl yerlerini almasında bir etken olacaktır. Değilse kuru bir hipotezin kimseye faydası yoktur.
Dil konusuna baktığımızda, dünya üzerinde konuşulan dillerin pek çoğunda Türkçe kökenli kelimelerin bulunduğunu görürüz. Yani batı dillerinden birini ele aldığınızda Türkçe kelimelere rastlayabileceğiniz gibi, doğu dillerinde de Türkçe kelimelere denk gelmeniz mümkündür. Bunun sebebi, Türklerin ilk yerleşim alanlarının sadece Orta Asya ile sınırlı olmadığı, dünyanın hemen hemen her yerinde yaşadıkları gerçeğidir. Nasıl bugün dünyanın her yerinde Türk varsa, bu geçmişte de böyle olmuştur.
İtalyanca'da ve diğer dillerde Türkçe kelimeler bulunmasının sebebi bu olsa gerektir.
Başka bir gerçek ise, bugün için Türkçe'den diğer dillere kelime geçişlerinin durmuş olmasıdır, Binlerce yıl süren kelime verme dönemi yerine, kelime alma dönemi başlamıştır. Bunun altında ise Türklerin kendi tarihi gerçeklerinin onlardan saklanarak, uydurma gerçeklerin önlerine sürülmesi ve onların bu sanal tarih içerisinde kaybolmaları yatmaktadır.
Her iyi şeyin Türkten çıktığı varsayımı, kimseye zararı olmayan bir varsayımdır. Tabii ki diğer milletler bundan gocunacaktır, gocunsunlar. Zaten gocunmaktadırlar. Türk düşmanlığının arkasında yatan gerçek de zaten bu değil mi? Keşke öteki milletler de gerçeklerden ürkmese, gocunmasa..
Türkler diğer milletlere pek çok şey öğretmiştir. Bu, onların üstün oldukları anlamına gelmez. Veya başka bir şekilde söylemek gerekirse, Türkler diğer milletlere çok şey öğretti diye o milletler aptal olmaz. Kore'de savaş sonrası yapılan bir gece tatbikatında, diğer milletlerin askeri daha yataktan bile kalkamamışken, Türk tugayının anında tepelerde mevzilenmesi diğer askerlerin aptal olmalarını mı çağrıştırır? Türk askeri erken davrandım diye diğer askerleri küçük mü görür? En büyük benim diye caka mı satar? Hayır... Türk askeri sadece diğer askerlere bu işin nasıl yapılacağını öğretmiştir, o kadar...
Güneş dil teorsine veya Dünyada her iyi işin başı Türklerdir teorisine bu açıdan yaklaşıldığında çok değişik şeyler gözler önüne serilecektir.
Bir de şu yanlış düşünce bizleri sarmağa başlamıştır:
Aman ha, biz kendimizi kimseye belli etmeyelim, kendi değerlerimize sahip çıkmayalım!.. Eğer değerlerimize sahip çıkarsak, bize şucu derler, bucu derler, yok bilmem neci derler...
Kim bize ne derse desin, umurumuzda olmamalıdır. Biz Türkler tarihte olduğu gibi, yine en iyi şeyleri diğer milletlere öğretmekle yükümlüyüz. Bunun zamanı yeniden gelecek..
Şu andaki gerileme dönemimizin devam etmesi bizi kötümserliğe düşürmemelidir. Gerileme dönemi elbet bir gün son bulacaktır. Şu anda yaşadıklarımız ise, tarihi göreve hazırlık öncesi olan pişme olayından başka bir şey değildir.
Saygılarımla.
Baki Dökme
Degerli Umit,
Boyle cosku dolu bulgular yayinlandikca benden baskalarinin da bu gibi konularda kafa patlattigini ve cok guzel kesiflerle ortaya ciktigini gordukce konuya katilmamak zorlasiyor.
verdiginiz orneklere eklenecek cok sey var. Mesela "Inaguration" "iceriye dogru ugurlama" yani "kutlama." Zaten "in" sozu bizde "iceri" anlamindadir. Dikkat edilirse biz "icINde" tabirini kullaniriz oysa diger Turki sayilna dillerde "icre" "iceri" gibi kullanimlar on plandadir. Anadolu Turkcesinde, sanki iki ayri dilin kullanimlari icice gecmis gibi gozukuyor. hem "ic" hem de "in" birlikte kullaniliyor. Yunus Emre Turkcesine dogru gidildikce "icre" kullanimi daha yogun, gunumuze geldigimizde "icinde" kulanimi daha yogun oluyor. Bu sanki bana korkunc bir harmanlamanin bizler farkinda olmadan olustugunu gosteriyor. (neyse bu arada: Harman (Hasat) : Toplama : Harmony?)
Hayir sozcugunde ise baska bir ornek: "Heretics" "Inkarcilar" yani "Hayircilar!"
Yani modern Turkcede bir cumle yazipta bir kelimeyi tertisirken dahi baska kelimeler ortaya cikiyor.
Renosans ve Reformla birlikte baslayan suni bir ayrimcilik hareketinin bugun sonuclarini yasiyoruz gibiyiz. Fakat Turkiye'nin dogu be bati ile tam ortada ve bir kopru oldugunu dusunursek dil, din kultur, vb gibi her turlu konuda hem dogunun hem de batinin ozelliklerini tasiyacagimiz asikardir. Bu da bizi Avrupa ile sandigimizdan daha fazla akraba oldugumuz dusuncesine goturur ki, "Gunes dil kurami" nin ideolojik amaclarinin tamamen tersi bir yondur.
Yani Gunes dil kuramini savunanlarin Bilimsel ve Tavizsiz olarak bolunmeleri kacinilmazdir. Tavizsiz tarafta: Herseyi, din, dil, kultur sanat vb'nin dunya insanlarina Turkler tarafindan ogretildigi, yani Turkler disindakilerin bir hayvandan farki olmadigi, hatta bu tur bulgularin Turklerden calindigi ve binlerce yil suren gizli kapakli bir kompo teorisinin varligini ileri surmeye gorutecek kadar gozu donmus gorusler olacaktir. [[Bu da modern Greklerin kucuk dunyalari biz yarattik davranisindan pek farki yoktur. (Tabii Grek kulturunun ustunlugu bati tarafindan hali hazirda kabul edildigi icin onlarin afra ve tafralari hic olmazsa yanki bulmaktadir. Amna sunu da soyleyeyim, 1945 sonrasinda Grekler BM'e basvurarak ulke isimlerinin "Grece" ten "Helenia" ya degistirilmesini istemislerdi. O zaman bu istek "siz insan uygarliginin sadece size ait olacagini savunamazsiniz! Ve bu nedenle insanlik tarihine mal olmus bir kulturun sahipligini bu dereceye vardiramazsiniz! turunden bir
nedenle istekleri red edildi!) Yani son 2 yuz yildir, Anadolu ve Ege uygarliklarini Helen semsiyesi altinda toplayan ve bunu Turk Islam dunyasina karsi oynayan bati, bir yerde Greklere dur dedi. Tabi Grekler hala kendi pullarinda Grekce olarak "Ellas" falan diye yazarlar. Ama Ingilizce veya Fransica olarak "Helenistan" diyemezler.]]
Bilimsel tarafta ise (ki henuz boyle bir taraf goremiyorum) ister istemez, buyuk karisimlarin, donusumlerin soz konusu oldugu, her bir kelimenin ayri ayri tarih icinde takip edilmesi gerektigi (ki devasa ve zor olan bir is), Turkiye ulusunun Turki kokenleri oldugu kadar Avrupa kokenleri de oldugu, Gunes Dil Teorisinin modern ve bilimsel anlamda "Turk dili ilk dil" yerine insanligin bir ilk dili oldugu bunun adina illa "Turkce" denilmesi gerekmedigi, hatta tek bir Gunes dili teorisi yerine aslinda bir "Gunes Dilleri Teorisinin" olmasinin mumkun oldugu ve bugunku Indo-Avrupai dil teorisinin gecersizligini pek ala bu sekilde izah edilip hatta duzletilebilecegini gostermek ve kanitlamak gibi bir ugrasi olacaktir.
O nedenle, butun bu tartismalarin artik "kendi kendimizi tatmin" asmasinzdan cikip, bilimsel tabana oturmasi gerekmektedir. Cunku "Tavizsiz" bir gorusun bilimselligi tartismali olacagi icin biz Turkler dizinda kimsenin de iligisini cekmeyecegi hatta dinlemek bile istemeyecekleri malumdur.
Oysa bizler yavas yavas bir filoloji, linguistik, falan gibi ogretim dereceleri elde edip uluslarasi toplantilara degerlendirenler tarafindan "anlamli ve ilginc" sayilabilecek arastirmalar gonderirsek bazi kavramlarin ve anlayislarin once bir yerlesmesini saglamis oluruz.
Ve gonderilecek arastirmalar hakikaten.
Tamer Yilmaz
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder