31 Temmuz 2008

Biraz türban, biraz laiklik

Prof. Dr. Veysel Batmaz, İstanbul Üniversitesi

Özellikle AKP’nin 2002’deki iktidarı ve tabii daha önceleri de, ve daha da özellikle, türbanın tartışıldığı bugünlerde, sıkça söylenen bir “palavra”[1] var: “Kişi laik olmaz, devlet laik olur.”

Bu deyişi, sanki keşifmiş gibi, şimdiki devletlû Başbakanımız da, “promterli” konuşmalarında devamlı terennüm edip duruyor. Bu “laf” ne kadar doğru gözükse de, “laik” kelimesinin “halk”, “yeryüzücü”, “halka iktidar veren”[2] anlamını “idrak” ettiğimiz zaman, devlet ile kişinin, yan yana veya karşıt olarak “laik” olması bir hayli sorunlu. Yani, ikisi de olmuyor.

Kişi halktan biri olduğuna göre “laik” olabilir de, Devletin ve kurumların da, kişilerden oluştuğuna göre, bu toplumsal formasyon düzeyinde de, “laik” olmakta bir sorununun bulunmaması, akılsal ve mantıksal olarak, icab eder gibi görünüyor. Zaten, eğer, “laik” kelimesinin, (etimosembolizmasını bilmiyorum ama,) “halk” ve “kişi” kelimeleri ile anlamsal, etimolojik ilişkisi kurulmasıyla, demos-k-rasi ya da cumhur-i-yet ile aynı anlama geldiğinin, ayan beyan ortaya çıkmasıyla, bu güzel “lâf”, buhar olup, uçup gidiyor. Tüm dinci ve laikçilerin içine düştüğü tarih ve anlam dışılıkta olduğu gibi.

Özetleyelim: Laik, halk, seküler, demos, cumhur hepsi aynı kelime, aynı anlam; sesleri değişik. Yani, rahatlıkla, Cumhur-başkanı diyeceğimiz yerde, Laik-başkan diyebiliriz. Hiç farketmez. Ya da, demokrasi diyebileceğimiz yerde, laiklik, laikrosi diyebiliriz. Hepsi aynı. Dil, diller, birbirinin içinde sarmallaşarak, işte böyle kıvrımlı, dolambaçlı iç içe giriyor.

Laiklik (laisite) olarak, Yahudilik ile Katolisizmi devlet içinden kovmak sonucu vermiş olan “din ile devlet işlerini ayırmak” gibi, Dreyfus Davası’nın çözümü olarak ortaya çıkmış olan için Fransa’da 1905’de çıkartılan Yasa’nı tanımı kabul edilirse, tersi de doğru. Kişi de, devlet de “laik” olmayabilir. Çok elit bir kişi ile elitlerin devleti, hiç de “laik” değildir. Tarihte bunun yığınlarca örneği var. Örneğin, bu nedenle kuruluşları ve güncel işleyişleri ile çok demokrat olan devletlerin en azından ikisi, işte bu yaklaşımla “idrak” edersek, laik değildir: İngiltere ve İsrail. Biri Anglikan Kilisesi’nin devleti; diğeri de Yahudi Şeriatı’nın uygulandığı devlettir. İkisi de demokrasi değildir. İkisi de cumhuriyet değildir. Üstelik ikisi de demokrasi adını kendilerine lâyık görürler; onlara bakanlar da, daha da fazla onları demokratik addederler. Eğer “oy” ve “parlamento” ile demokrasiyi tanımlarsanız.

Üstelik biri Cumhur-iyet (İngiltere, belki “monarşik parlamenter cumhuriyet” denebilir ama) değildir; ötekisi (İsrail) tam bir parlamenter Cumhuriyettir, ama öyle midir? Peki, neden, 2500 yıldır demokrasi diye çırpınıp dururuz? Arada monarşiler ve her türlü oligarşiler, demokrasiyi yok ederek yaşayıp geldiğine göre?

İşte tam bu istisnaların kuralı bozmadığı ama en azından anlaşılmaz kıldığı durumda, laik’in kim ve ne olabileceği ile ilgili “idrakler” karmaşıklaşır.

Bu nedenle derslerimde, ben, laikliği anlatırken, 1200’lü yılların Hristiyanlığına, Magna Carta ve Akinolu Tomas’a (Thomas Aquinas) gitmeyi uygun bulurum. Kişi ve devlet birbiriyle, her türlü üretim tarzında bir bütün olmak zorunda olduğundan, yukarıdaki kavram kargaşasının, 1200’lü yallarında çözüldüğü gibi, laiklik meselesinin de, İslamiyet’te 1400’lü yılların (yani bugünün) teknolojik global modernitesi ile çözülebilir olduğundan söz ederim. Kısacası derslerimde şunu söylerim: Ne kişi, ne de devlet laik olur. Din laik olur. Kişinin “laik” olanı, “elit” olanı vardır. Bizde ise “elitlerin” “laik” olduğundan bahsedilir. Pek doğru olmasa gerek... Devletin “laik” olanı, olmayanı vardır. Din ise, laik, halkın dini olmaya başladığında, seçkinlerin (elitlerin) ve devletin boyunduruğundan kurtulur ve halkın vicdanına mâl olur.

İşte burada, Türkiye’nin 1939’dan sonra atıldığı bir yer olarak gördüğüm Türk-İslam sentezciliğinin yılmaz savunucusu, Ünlü “Mona Roza”nın şairi Sezai Karakoç’a, “İkinci Yeni” şairi diye de tanınır, bu görüşlerimin tam tersini, beni doğrularcasına, ileri sürmesi nedeniyle söz vermenin tam yeridir:

"Din ve devlet ayrılmaz bir bütündür ve toplum hayatının iki temel vazgeçilmezidir. Dinsiz bir toplum çürümeye ve çökmeye mahkumdur. Bilimin ve teknolojinin ilerlemesiyle kişilerin dini algılamaları ne kadar farklılaşırsa farklılaşsın, kimlikleri ne kadar çeşitlenirse çeşitlensin bu gerçek değişmez. En büyük organizasyon olan devlet, dine hayat memat derecesinde muhtaçtır; din, devletin ruhudur. Devletin hukuk ve güç çerçevesi, dinden gelen ilke ve ölçülerle sınırlanır ve gerekçelenir. Devletin, din vasıtasıyla, aklın ve tecrübenin yanında ve üstünde ilahi kaynaktan desteklenmesi ve denetlenmesi, devlet yaşantısının sadece fizik yaşantısından ibaret olmayıp, aynı zamanda metafizik bir boyut da taşıdığı gerçeğini ortaya koyar. Devlet bir şekilse, onun gerçek özü dindir. Dinden gelen ışıklarla devletin hukuk, iktisat, siyaset ve dayanışma çalışmaları ahlaki bir özellik kazanır. Böylece devlet, gücün, otoritenin sınırsız hevesinin oyuncağı olmaz."

Buraya kadar, Karakoç, devlet ile din arasındaki klasik İslam anlayışını sergilemektedir:

“Eski Mısır, Roma, Yunan gibi medeniyetlerde din-devlet ilişkisi doğal olarak vardı; bugünkü Batı'da devlet anlayışı dine karşıttır. İslam dünyasında ise devleti, dinin doğurduğu tarihsel bir gerçektir. Osmanlı'da devletle din hiç çatışmaz. Laik, dünyanın hiçbir ülkesinde Türkiye'deki kadar devlet için olmazsa olmaz hale getirilmemiştir. Batı'da dinin, aydına karşı takındığı hoşgörüsüzlüğe tepki olarak laiklik bir nevi özgürlük iken, bunun devlet düzenine uygulanmış biçimiyle bizdeki şekli, toplumumuzdaki gerginliğin önemli bir kaynağıdır. Devlet, yurttaşlara hizmet için kurulmuş en büyük organizasyon olarak, dine yabancı olamaz. Devlet laik olamaz, kişiler laik olabilir."[3]

“Laik” kelimesinin ne olduğunu bilen bir şair. Çok güzel!

Tarihsel yanlışlarla doğruların birbirine dolandığı Karakoç’un bu görüşleri, genel anlamda, Türk-İslam sentezciliğinin bilinen görüşlerinin çok güncel ve konumuz açısından, konunun önemli bir uzmanı tarafından dile getirilmesiyle birlikte, dilsel tarihten yoksunluğun da bir işaretidir..
Tayyip Erdoğan ile benim yanıtlarımın yanısıra, “kim laik olur” sorusuna verilen yanıtlar açısından, Karakoç’un görüşleri de üçüncü tezdir:

“Kişi laik olmaz, devlet laik olur.” Tayyip Erdoğan.
“Kişi laik olur, devlet laik olmaz.” Sezai Karakoç.
“Kişi de, devlet de laik olmaz, din laik olur.” Veysel Batmaz.


Türban bağlamındaki sessel, dilsel, tarihsel arkeolojik orkestrasyon, size bu üç hipotezin, hangisinin tarihsel olarak doğrulanabilceği hakkında “idrak” kazandıracaktır.

Laiklik teslisi, üçlemesi, içindeki “laik olunması” olgusunun ileri sürüldüğü kalkış noktaları konusunda geçmişe gitmenin; laikçilik-dincilik kavgasının güncel anlamdaki simgesi olan “türban” olgusunda sergilenmesi, belki de örtünmenin ne türlü bir “bilinmeyen tarihinin” olduğunu idrak etmenin, tam zamanıdır. Bu geçmişe yolculuk, 1939’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti’ni her şeyde geç bıraktıran laikçi/dinci Türk-İslam sentezciliğinin de belki atılacağı yer olacaktır.

Şimdi, gelin isterseniz, türban bağlamında dinsel istismarın en ince yollarında uzunca gezinmiş, uzun bir siyasi hayatın mimarı Süleyman Demirel’in söylediklerine kulak verelim:

“Türban denilen hadise aslında tesettürün, örtünmenin başlangıcıdır. Örtünme dediğimiz hadise ise birtakım İslami cereyanların amacına göre kadının dört duvar arasında muhafazasının şartlarındandır. Bu tartışma aslında, kadın toplum içinde olmalı mı, olmamalı mı noktasına kadar gidebilecek bir tartışmadır. Toplumun her kesimi bölünmüştür.”[4]

Acaba? Yok mu, birleştirecek olan?

Doğru mu söyledikleri? Laikçilerin kulağına hoş gelen bu terennümler, aslında dinin siyaseten istismarının bu büyük mimarı tarafından söylendiğinde, kulağı tırmalıyor.[5]
Demirel’in dedikleri çok açık da, insanlar bu konuda neler diyecekler, bir zamanların “bir bileni” tarafından bölüne bölüne gelen toplumun tarafları ne düşünecekler bu konuda, orası biraz meçhul.

Sanırım çok fazla bir şey değişmeyecek!

DİPNOTLARI:

[1] Burada “palavra” sözünü İspanyolca anlamıyla kullanıyorum.

[2] Laik, laic, laikus gibi kelimeler, Latince kök olan Lay’den geliyor. İngilizce’de de, “lay” sözü, “sıradan,” “halktan” demek: http://www.thefreedictionary.com/lay Lay’in hem Latincede, hem de Latinsel köklü dillerde, aynı zamanda uzanmak, yatmak, secde etmek anlamı da var. Yani, “secde edenler,” “İlah’a boyun eğenler,” “halk,” anlamında (lay person) kullanılıyor. Klerji yani ruhban’ların önündekiler, onlara biat edenler demek. Genellikle laik ile eşanlamlı kullanılan secular sözünün anlamı da aynı olduğu gibi tam tersi de: “ a member of secular clergy.” Demek ki, laik veya seküler ruhban da olabiliyor. Benim burada size aktardığım tezimin kökeni de işte bu semantik kıvrım: http://www.thefreedictionary.com/secular

[3] Zaman Gazetesi, 9 Mart 2008; Sezai Karakoç önemli bir Türk-İslam sentezciliğinden gelmekte, konumu gereği Türkiye’deki laik kesimleri de çok iyi tanımaktadır.

[4] Vatan Gazetesi, 10 Mart 2008; bizim için burada bu kadarı yeter ama, Demirel bu, başladı mı, susmaz. Konuşmasının devamı şöyle:

“Türbanı İslamın şartı haline getirirseniz bugün uyulmayan o kadar çok husus var ki, onları da teker teker istemek durumunda kalacaksınız. Uyulmayan hususlardan bir tanesi din ile devletin ayrılmış olmasıdır. Yine bu şeriat arayan İslami cereyanlara göre, din ile devlet ayrılamaz. Dinin kuralları aynen uygulanmak durumundadır. Halbuki dinin birtakım kuralları uygulanmamakta, onun yerine çağdaş hukuk uygulanmaktadır. Yarın siz, bu uygulanan çağdaş hukukun kurallarına, 'Biz İslamı yaşamak istiyoruz, İslama uygun değildir' deyip onlara da itiraz edebileceksiniz. Netice itibariyle bu, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin üstüne oturduğu devrime itiraza varabilecek hususları bünyesinde taşır. Türkiye Cumhuriyeti bir modeldir. Halkı Müslüman olan bir ülkede demokrasi mümkün müdür, değil midir? Demokrasi bir şartla mümkündür, cumhuriyetin demokrasiyle, demokratik cumhuriyetin moderniteyle, demokrasi-cumhuriyet-modernitenin laiklikle, bu dördünün İslamla bağdaşabileceğini kabul etmenizle mümkündür. Derseniz ki, dünyayı tanzim eden İslami kuralların dışına çıkamazsınız o taktirde dar-ül harb (kavga meydanı) olursunuz. Müslüman halklı ülke olmaktan çıkarsınız, bu taktirde demokrasi mümkün değildir. Kendinizi zorlamayın. Umarım ki, bu tartışmalar buraya kadar varmaz. Ama söylediğimiz şey uçtur.”

[5] Kulağı tırmalayan çok laf var tedavülde, Türkiye’de. Tırmalıyıcı terenümlerde bulunanlardan biri de, kafası karışık Filolog Prof. Dr. Murat Belge. Belge’yi, nostaljik olarak okumak çok zevkli ve eğlendirici. Bakın ne diyor Belge 1992’de laiklik konusunda:

“Herhangi bir toplumda, ‘fundamantalist’ denilen türden bir dinî düzenle kurtuluş sağlanacağına inanan insanlar olabilir. Türkiye gibi bir tarih yaşamış bir toplumda bunu düşünen ve buna inanan kişiler haydi haydi olacaktır. ‘Laiklik elden gidiyor’ endişesini yaşadığımız bugünlerde [1992’lerde], sorun onların varlığı değil; sorun onların toplum ya da toplumun yeterince geniş bir kısmını kendi düşünce ve inanç tarzlarına ikna etmeleri ‘tehlikesi.’ Dolayısıyla sorun toplum. Asıl sorun toplum. (İtalikler MB). Murat Belge, Türkiye Dünyanın Neresinde?, Birikim Yay., 3. Baskı, 1992, s: 97.

Kafası karışık Belge’nin kafasının karışıklığını da kanıtlamam lazım, bana bön bön bakanlara, “ne diyor bu, Belge gibi bir üstada nasıl laf edebiliyor” diyenlere, değil mi? Belge, yukarıdaki satırlarından tam 7 satır sonra bakın ne diyor:

“Laikliğin belirleyici parçası olduğu bu sistem, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sistemi, topluma bu sistem içinde insanca yaşadığına dair yeterli inancı verebilmiş olasaydı, böyle bir ‘tehlike’den söz ediyor olamazdık. Ama bu inanç verilmedi. Ağır bir şoven ideolojiden başka bir şey verilmedi. Bu şoven ideoloji kendisi zaten baştan aşağıya bağnazlıkla doluydu. Dinden özgürleşmiş düşünce, böylece, eleştirel ve yaratıcı insan düşüncesi olma imkânına kavuşur.Türkiye Cumhuriyeti devleti bizim düşüncemizi nerede özgürleştirdi?” (s: 97).

Okuyorsunuz değil mi, 7 satır önce sorun olan “toplum”un yerini, bu kez “sistem” ve “T.C. devleti” almış. Yani, “toplum” aslında, ya “sistem” ya da “devlet”le eşit. “Sorun” her üçü de mi? Üstelik bu laikliği, “sorun” olan “toplum”a, “sistem” ve “devlet” dayatmış, yani asıl sorun sistem veya devlet. Peki, hangisi? Sorun, toplum mu, sistem mi, devlet mi? Bu üç ayrı ve birbirine karşıt sosyolojik ve siyasal kavramı ve olguyu, Türkiye’nin ve dünyanın kadim sorunu olan laiklik’e teşhis koymak için bulamaç yapmak, sadece ve sadece Belge ve tilmizlerinin yeteneğidir.

Belge farkında mıdır bilmiyoruz ama, o devletin ağır şovenlikle birlikte topluma zerk ettiği “bağnazlık” denilen şey, devlete 1939’dan bu yana egemen olan “Türk-İslam” sentezciliğinin, “İslam” tarafı olsa gerek. Yani, siyasal İslamın kendisi. Yani, Belge diyor ki, o Devlet, laikliği, bağnazlıkla birlikte zerkettiği şovenlikle topluma dayatmış. Yani, laiklikliği bağnaz (siyasal İslamcı-Türk) bir devlet zerketmiş durumda. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu değil, bu bulamaç. Bu bulamaç, Ali Bulaç’tan bile daha fazla “tehlikeli.” Belge ne demek istiyor sorusuna verilebilecek tek yanıt, “saçmalıyor” olabilir. Ancak iş bu kadar “masum” değil. Belge koca bir sol kuşağı bu abuklukla sakat kafa karışıklığı ile tırpanlamış, kafa karışıklığı ve tanımsızlıklarla insanları “sosyalist” yerine 2. Cumhuriyeçi yapmış bir kişidir. Bakın şu cümlesini nasıl bulacaksınız, eğer dizgi hatası yoksa, bir harika şaikası:

“Türkiye’de laikliğe karşı olanlar ‘fundumantalist.’ Peki, birkaç istisnaî bireysel örneği saymazsak, bu ülkede ‘fundamantalist’ olmayan neleri gösterebiliriz? ‘Ladinî’ bir kişilikten dinî bir ayin tarzı türeten atavist Atatürkçüler mi ‘fundamantalist’ değil? Topluma içinde ‘korkutma’dan başka bir öge olmayan bir retorik söylemle hitap etmek dışında, insanca bir dil konuşmayan devlet mi ‘fundumantalist’ değil?” (s: 98)

Peki sorabilir miyiz Bay Belge’ye, kavramlarla dilediği bulamaçı yapma özgürlüğüne varana kadar her türlü özgürlükten “demlenen” Belge de, “kafa karışıklığının ve tanımsızlığın fundamantalist’i” olmasın? Peki, 1992’de yazılan “Ladinî” ne demek? “Din dışı” yerine, “Usame Bin Ladin” demek olmasın? Şaka bir yana, Belge’yi nostaljik okumak çok komik.

Murat Belge’nin bir başka konudaki “kafa karışıklığı eleştirim” için Bkz: Veysel Batmaz, “Murat Belge’ye Reddiye: Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal ‘Yanılgılar’: Murat Belge ve Popüler Kültür Tanımsızlığı” Medya Popüler Kültürü Gizler, Karakutu Yay., 2006.

Belge gibileri için son bir uyarı: Belge gibilerinin hem dincilere, hem de laikçilere karşı çıkıyor görünmesine de aldanmayın. Belge’nin mantıksal sonucu dincelerin, siyasal İslamcıların ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramıyor. En azından 1992’dan beri bu, Belge’nin yazılı belgeleriyle ve Türkiye’nin adım adım, Türk-İslam sentezciliği direksiyonu ile içine düşürüldüğü yerdeki güncel görünümü ile, sabit.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Prospektüs

Kullanmaya başlamadan önce prospektüsü baştan sona dikkatlice okuyunuz.

- Prospektüsü muhafaza ediniz. Daha sonra tekrar okuma ihtiyacını duyabilirsiniz.
- Diğer sorularınız için CHP veya laik sivil toplum örgütlerine danışınız. Not: Lütfen DB’yi rahatsız etmeyiniz kendisi son derece meşgul bir zattır ve sizin sorunlarınız ve sorularınız ile ilgilenemez.
- Bu sadece sizin kullanımız için hazırlanmıştır. Bu nedenle başkalarına kullandırılmamalıdır. Sizinle aynı zihniyet belirtilerine sahip olsalar dahi, başkaları tarafından kullanılması, kullananlara ciddi zararlar verebilir.
- Yılda bir gibi belli aralıklarla Anayasa mahkemesi kontrolüne gidilmelidir.

Nedir ve hangi durumlarda kullanılmaktadır:
Laik ve anayasal düzen, Türk kimliğini, Atatürk milliyetçiliğini ile problemleri olanlar ve milli servet ve milli sermayeye karşı uluslar arası konsorsiyumları tercih edenler tarafından kullanılması tavsiye edilmektedir.

Yan etkileri:
Kamu kurum ve kuruluşları, laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti taraftarları ile bağdaşmaz. Ulusal çıkarlar, yani milli menfaatler doğrultusunda hareket etmeye özen gösterenler ile sürekli bir çatışma ve gerginlik ortamı yaratır. Bencillik, şahsi menfaat belirtileriyle boy gösterir. Zaman, zaman toplumsal depresyonlara yol açar.

Yan etkilere karşı alınacak önlemler:
Bu zihniyete karşı olanların, tehlike bertaraf edilene kadar bir çatı altında toplanması ve gelecek seçimlere öyle gidilmesi.

Kullanım bilgisi:
125 mg – İrtica
175 mg – Bölücülük
125 mg – Ticaret
Etkili madde: İnsanların cahilliği

Ruhsat Numarası:
22072007

Sunum şekli:
Kesin alkol ve sigara yasağı, az miktarda sözde laiklik ile titiz bir tesettür.

Ticari sunum şekli:
AB(D) sömürgesi

Ruhsat sahibi:
AB(D)

Üreticisi:
AKP, MHP

Temsilcisi:
RTE

Son kullanım tarihi ve depolama:
Seçimler ya da Anayasa mahkemesi tarafından belirlenir. Depolamak için lütfen tarikat, aşiret, vakıf ve mümkünse örümcekli ve karanlık ortamlar tercih edilmelidir. 250 altında saklayınız. Güneş, medeniyet ve ışıktan koruyunuz.

Önder Gürbüz
www.gurbuz.net