21 Haziran 2009

Medya müsveddelerinin geveze tüccarları, çökertiyor bu medyayı

Prof. Dr. Veysel Batmaz

[Bu yazı 21 Haziran 2009 tarihli BİRGÜN gazetesinin PAZAR ekinde yayınlandı.]

2001 Temmuz’unda, Karizma dergisinde yayınlanan“Çöken Medyadan Korelasyon Manzaraları” başlıklı yazım[1], kısaca, 1999 seçimlerinde Ankara İletişim Fakültesi’nden bir kaç arkadaşın yaptığı bir içerik analizinden yola çıkarak, politik partilerin medyada kapsanma oranları ile aldıkları oy arasında yaptığım basit bir korelasyon analizini içeriyordu: Medyada bir politik parti ne kadar fazla kapsanıyorsa, o kadar az oy alıyordu. Siyaseti tehdit ederek aldığı rüşvetin karşılığını veremiyordu medya. Çökmüştü.

2005 yılında, Medya, Türkiye’ye Düşman Yetiştiriyor [2] adlı kitabımda, “Çöken Medyanın Sorunları-I ve II” yazılarım yer almıştı. Bu yazılarda, bir gazete tarafından belli başlı köşe yazarları ile yapılmış röportajlar manidar bir sunuşla yer alıyordu: “Medyanın büyük bir çürümenin eşiğinde olduğu konusunda hemen hemen bütün çalışanlar hem fikir... Medyaya yön veren güçlü isimlere mesleğimizin akıbetini sorduk: İki basit soruyla: 1. Medyanın en önemli sorunu nedir? 2. En kolay hangi sorun çözülür?”

Altaylı, Yazgülü, H. Dink, MAB, Haşmet Baba, Ayşenur Arslan, M. Barlas, R. Duran, Düdek, Feyman, Eryılmaz, Kırıkkanat, Tulgar, Haluk Ş., vd. gibi köşe yazarları Deleuzecü bir “kimliksel farklılıkların aynılığı” sendromu ile intihale yakın yanıtlar vermişlerdi. Bu yanıtların toplamı, medyanın içinde bulunduğu çökkün ve çürümüş durumun baş sorumlusu olarak medya patronlarını ve/veya medyanın yanlış kurulmuş genel yapısını gösteriyordu. (Sorun: “Medyada tekelleşme,” “kamuyu aydınlatmak dururken medyanın siyaset ve ticaret ile iç içe girmesi,” “medyada patronaj yapısı,” “patronların farklı işleri nedeniyle siyasi iktidarı hoşnut etmek zorundalığı” vs.; Çözüm: Dağıtım-Altaylı, sendikalaşma-Arslan, “para kazanılmadığı için bu sorunlar çözülmez- Haşmet Baba” “politik sorunlarla değil, günlük yaşamla ilgilensin medya-M. Barlas”)

Pasta desek daha doğru, “ekmek yedikleri ele tükürmek” durumuna girmişliklerinden habersiz kendi malumatfuruşlukları ile bu çürümüş, çökkün medyayı yüceltmekle meşgul olduklarını belirtiyorlardı satır aralarında. Onlar olmasaydı, daha neler neler gelirdi başımıza.
Bu röportaja yanıt verenlerin içinde, patronları ve yanlış kurulan medyayı suçlayan köşe yazarları güruhundan ayrılan iki köşe yazarı vardı, biri Hakkı Devrim’di. Diğerlerinden farklı olarak, soyadından gelen delikanlılıkla, medyanın en önemli sorununun “Türkçe kullanımı” ve “iletişimsizlik” olduğunu söylüyordu. Gazeteleri [ve televizyonları], kuyruğu ile ağzı arasında en uzak mesafeye sahip olduğundan en uyumsuz ve akılsız varlık olduğunu ileri sürdüğü dinazora benzeterek, diyordu ki, “köşe yazarları fikir beyan ederlerler ama gazeteye gelmezler.” Gazetelerin bir kişiliğinin olması gerektiğini ve gazeteye uğramayan köşe yazarlarının birbirlerini tanımamalarından doğan iletişimsizliğin yarattığı bir bölünmüşlük, parçalanmışlık nedeniyle bir türlü uyumlu bir “gazete kişiliğinin” oluşamadığını ve medyanın eleştirilecek tek yönünün de bu olduğunu söylüyordu.

Diğerlerinden ayrılan Ekrem Dumanlı da, Devrim görüşüne katılıyordu: “kimlik bunalımı, en baş medya sorunudur.”

Biraz kurcalarsanız, benim MEME dediğim[3] medyamızın dejenarasyonuna jenerasyon farkından gelen bu bakış açısı farkı, aynı kapıya çıkmaktaydı: Genç köşe yazarları ve patron paraları ile her akşam Nişantaşı-Cihangir barlarında gençlik iksirleri içen orta yaşlı köşeciler ve neredeyse her köşe başındaki fırlama sağ ve sol zibidi köşe yazarı çocuklar ile medyada “devrimin hakkını” yiyen yaşlı duayyen ve kendi genç ama düşünceleri yaşlı Ekrem Dumanlı, aslında aynı şeyi söylüyorlardı: Medyayı patronlar çökertiyordu, çünkü bu köşelere çökenleri, “Türkçe” bilmeyenleri ve kimliksiz zibidileri ve gazeteleri kimliksizleştirenleri patronlar işe almamışlar mıydı?

Oysa ben tersini düşündüm hep ve yazdım. Medyayı çökertenler medya çalışanlarıdır. Onların büyük çoğunluğunu oluşturan köşe yazarlarıdır.

Geçen hafta, şu anda okuduklarınızı kaleme almak için eski yazılarımı okurken, bombalar patladı. Hem de, bir değil, “ikiz kuleler” gibi iki tane, üstelik tam göbeğinden konumuzla ilgili.
Aynı gün patlayan bu iki “kaçacak köşe bırakmayan” medyatik bombanın birincisi üç köşe yazarı arasında geçen bir olayın hava-iyat fişeklenmesiydi: Nuray Mert’in Akif Beki’yi, Ahmet Hakan için yazdığı bir köşe yazısı gerekçesi ile arkadaşlıktan azlettiğini açıklaması.

İkincisi ise, Ertuğrul Özkök’e saldıran, Aydın Doğan’ın yeğeninden damadı köşe yazarı Yiğit Bulut’un (kayınpederi Namık Kemal Zeybek’tir; Zeybek de Aydın Doğan’ın bacanağı), Doğan Grubu’ndan, köşe yazarı ve UNM Özkök’ün “ya o, ya ben” demesi sonucunda MEME’nin bir başka uzvuna geçtiği dedikodusu. (Bence hiç böyle bir şey olmadı, Ertuğrul böylesine bir ikileme sokmaz kendini, gustosu el vermez, Bulut’tan nem kapmamak gerekli, ama, köşe yazarlarının neden medyayı çökerttiğinin en ampirik kanıtı olarak güzel bir örnek-olay bu “gerçek” dedikodu.)

Bu iki medya bombasının bârikası altında, köşe yazarı Devrim haklı; köşe yazarı Dumanlı ise kül doğru.

Kendilerine köşe yazarı denmekten başka şöyle kendi halinde dört köşe bir zevk alamayan bu zevat (zerli zerdeli farketmez), bu iki örnek-olaydan da anlaşılacağı üzere, ne arkadaşlık, akrabalık “tanıyorlar,” gazeteye uğramıyorlar ki tanısınlar; ne de kimliklerini bir amiral kılıcı gibi gazete-teve izlerokurlarının böğrüne bastırıyorlar, yok ki, hepsi “süpermarket raflarındaki deterjan kutuları” gibi arz-ı endam ediyorlar aynı ama farklı farklı medya köşelerinde! Ne de birbirlerinden söz sakınıyorlar, çökkün hepsi. Hepsi de medyadaki patronlardan şikâyetçi.
Medyada sadece köşe yazarlarının ilgilendiren bu bombalar patlarken, kendisi ile büyük bir Kıvançla hercümerc Fehmi Bey boş durur mu, tek ortak noktamız olan Ertuğrul Özkök’e muhalefetini damat üzerinden, bomba gibi pek güzel bir gole çevirdi. Yiğit Bulut'un “içinde yeraldığı grubun yanlışlıklarını eleştiri konusu yaptığını” dillendiren (yazmadı, teve’de söyledi) Fehmi Koru, “[Yiğit Bulut] doğru da yapıyor. Söylediklerinin hemen hemen hepsi doğru. Bir internet sitesi araştırma yapmış, çıkan haberleri taramış. Açıyor bakıyorsunuz Yiğit Bulut'un içinde yeraldığı grubun [damat olduğu Doğan Grubunun] haberleri en fazla tekzip almış, yalanlanmış. Bulut bunları içeriden eleştiren bir ses olduğu için [Özkök’e] ters düştü” dedi.
Bu altı köşe yazarının sadece kendilerini ilgilendiren bu “cem’an cemaat” kavgaları, koca koca haber oldu Internet medyasında, neden MEME’de “haber değeri” bulamadılar, orası meçhul, oysa ki, kimliksel ve tanınmışlık ile siyasi kıvraklık ağırlıklarının habersel-değersel katsayıları korkunç, adeta lök gibi bu zevatın, hepsi birer medya ünlüsü. Hoş olan durumsa, bu ağırlıkları ile karşıt uçtaki uygulamaları, medyanın ne halde olduğuna ibretlik bir belge, değil mi Murat Belge?

Biri tevelerin vazgeçilmez aykırıksı kadınsı ama muhafazakâr akademik liberal mert sesi; diğeri Başbakan Erdoğan’ın basından sorumlu felsefeci eski başdanışmanı; öbürü MEME’nin amiral gemisinin vazgeçilmez hergele “doçent UNM’si” (bildiniz mi, bu UNM neyin kısaltması?); diğeri mahallelerden mahalle beğenmeyen muhafazak’arların dinsel-laik naif vicdanı; en sonuncusundan bir önceki de, Doğan Grubunun ulusalcı, global finansçı, az daha büyükşehir belediye başkan adayı olacakken olamayan damadı. Altıncısı ise tek kelime ile medyanın kıvancı ama, en son olduğu hali ile, Ertuğrul Özkök’e olan hıncının nereye yöneleceği ile ilgili tahminlerimizi alt üst edercesine, yiğit bir “ulusalcı” savunucusu. (İşte, olmadı bu, Fehmi Koru!)
Hepsinin, hayattan büyük kimliği var. Devrim ve Dumanlı haklı. Kimlikleri birbirlerini parçalaya parçalaya, “kimliksiz bir medya” ile karşı karşıya olmamızın silüetini haykırıyorlar suratımıza. Tezat bu ya, ille de şaşkınlık ve hayranlıkla çığlık atmamızı istiyorlar, onların, kayıkçı kavgalarını memleket sorunu haline dönüştürme belagatlarıyla bulamaçlı, ne içip, ne “def” ettiklerini okudukça, duydukça.

Benim ise çığlık atacak falan zamanım yok, keyfim yerinde: 2001’den bu yana ampirik olgulara dayanan MEME hakkındaki genel düşüncem, gün geçtikçe doğrulanıyor: Oraylı, Orallı (yok birbirinden bir farkı) ama memleketin genel durumuyla ve işçi-emekçi halkın büyük çoğunluğu ile oralı buralı olmayan medyayı çökertenlerin başında köşe yazarları geliyor. Zaten tüm UNM’ler de bu kategoride. Önceden, “yanlışlanabilir miyim” diye sorduğum Popperyen saniyelerim oluyordu ama artık eminim.

Yani, hep ve herkes tarafından medyayı bu hale getiren zerli-zevatın ilk sırasında suçlanan medya patronlarının ve ikincil suçlu olarak gösterilen, önüne ne konsa yiyen okur-izleyici güruhunun ve medyanın demokrasinin dördüncü kuvveti olduğu zehabına kapılmış giden, çoğu medyanın tehdit ve tahdit edilmiş tebâsı halindeki siyasetçilerin, medyamızın güvensiz, kârsız, arsız ve küstâh olmasında en ufak bir katkılarının bulunmadığını düşünmekteyim.

O nedenle rahatlıkla daha önce yazdığımı yineleyebilirim: Bu MEME’yi, 60’lı yıllardan başlayarak köşe yazarlığını bir meslek haline getiren Çetin Altan ile İlhan Selçuk ve onlardan sonra, Özallı liberasyon martavalı yıllarından başlayarak, bu, Orhan Boran’ın Yuki’si gibi karınlarından konuşan köşeci yazıcılarının (siz “köşe yazarı” diye okuyun [4] ) sayılarını bine yaklaştıran Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu çökertmiştir. [5] Şaka yapmıyorum.
Medya tam anlamıyla çökmüştür. Köşe bucak bize saklanacak delik bırakmadan durmadan atılan medyatik bombalarla hep daha fazla çökmektedir.

Ancak, bu çöküntüyü hiç umursamayın ve umutsuzluğa kapılmayın. Karl Marx’ın “[medya] müsveddelerinin geveze tüccarları” [6] diye tanımladığı köşe yazarlarının çökerttiği medya ile hiç bir halk, hiç bir ülke çökmez. Ne dünyada, ne de Türkiye’de.

Ayrıca, medyanın çöküşünden bize ne? Medyada çok kapsanan, az oy alıyor ve çökertenlerin paralarını patronlar veriyor. İhaleyi ve parayı verip de, düdüğü çalamayanlar düşünsün. Biz eğlenmemize bakalım.

[1] Bu yazı, Medyaya Düşman Yetiştiriyorum (Karakutu Yay., 2003) adlı kitabımda da var.
[2] Salyangoz Yay., 2008.
[3] MEME, Mainstream Media, Merkez Medya, Migros Medyası, Müptezel Medya, Muhip Medya, Münafık Medya, Malum Medya, Melun Medya, Manipülatif Medya, Mankafa Medya, Marduk Medya, Melanetli Medya, Mal Medya gibi, bizim medyaya ne diyorsanız, akroniminin Türkçe okunuşu. İngilizce EMEM de diyebilirsiniz.
[4] Çok az ülkede benzer örnekleri vardır bunların, Türkiye’de sadece yazmazlar, konuşurlar da.
[5] Nasıl çökerttiğini ise kitaplarımda yazıyorum, öğrencilerime anlatıyorum, on yıldır.
[6] Karl Marx, Kölnische Zeitung, sayı 179, 1842; Din Üzerine, (Çev: Kaya Güvenç), Sol Yay., 1976, s: 28, içinde. Orjinal metinde, köşeli parantez içindeki kelime [gazete].

Ltf. Tıklayın: http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1245845280&year=2009&month=06&day=24

Hiç yorum yok: