12 Aralık 2009

TÜRK TELEVİZYONLARINDA FİLOZOFİK TEKVİN

Prof. Dr. Veysel Batmaz

Türk televizyonlarında belirgin bir filozofik dönüşüm yaşanıyor.

Tabii ki, bu yeni açılım, geri zekalılık oranlarının dışavurumsal ifadesini gittikçe arttıran MEME’nin sağlı, merkezli “anaakımında” (bellibaşlıları, Şow TV, İŞtar TV, Canal D, AaaaTV, Sugün, SamTV, Kana-kana 7, TRT-Aklar, EnTV, Çenene-Türk, Haberürk) babaerkil bir biçimde değil, MEME’nin sol ve sağ “uç”larındaki (SIKIAYTURK, Ülker TV, Tv-Açık ve-Net, 24) televizyonlarında “nötrerkil” ortaya çıkıyor. Sanki meme kanseri gibi, bu uçlarda uç veriyor.

(Ben topuna MEME ve yaptıklarına “cahilleştirme” diyorum, ayrıntısı için Bkz: http://vistilefakademik.blogspot.com/2009_09_27_archive.html “Yıldo Demokrasisi Vergi Kıskacında” başlıklı bu yazım 1 Ekim 2009’da BirGün’de de kısalarak yayınlandı. Tamamı için Internet linkini tıklayın lütfen.)

Bu “uç” kanallar genellikle sol ve sağ (solcusu da bol ama daha ziyade İslam sağı) zıpırlarıyla dolu. Karışık bir alem bunlar, o kadar ki, aralarında İslam “sol”unu mahcupça benimsemiş olanlar da var. Bu zıpırların entellektüel susuzlukları ve televize girişimleri İslamı, sağı ve solu bir güzel bulamaçlamalarıyla tekvinleşiyor. Yeni moda bu.

Mükerrer nakil-yayın yollarına sahipler; uydu, sayısal platformlar, kablo TV, teresteryal. Parası belli bir cemaatten veya laik veya dinci holdinglerden gelen bu uç kanallardan nereye zaplarsanız kaçış yok.

Medyatiklik heveslisi medyaperver entellektüelleri bir yerlerden bulup (genellikle de, bu zıpırların hep arkadaşları oluyor televizasyon için seçtikleri bu “ahir zaman filozofları”) felsefe-ideoloji-teori teslisi müktesabatında, soyutlamalar ile dolu, zaplama budalası izler kitleyi “geri”-zekalılığı ile yakalayıp, “aşkın” ve şaşkın bırakan, açık-saçık oturum, söyleşi, tartışma programları yaptırıyorlar.

Bir tanesinin adı “Nöbetçi Filozof”—ancak, biraz yaratıcılıkla buna “Nöbetçi Muhakeme” adı koymak belki de daha münasip... Ve hâttâ bir tanesi, hızını alamayıp hem İslam anti-kapitalizmini savunan bir filozofumuzla (Mütefsir Dücane Cündioğlu), veciz folk mısralarını teorik herze zanneden ve vukufa ermişliği Doğu filozofisinde bulan ve buna da “bu ülkeyi tanımak” diyen sinematografik Marksistlerden bir tanesini (Feylesof Süreyya Sırrı) aynı programda buluşturuyor (“Kafadengi”--“Meksika Sınırı”nın yeni fraksiyonu; 24’te.)

Bir de afacan kafa-can, burçların ve ebcedin ve taşların Kur’an içi yorumundan yorulmuş olacak ki, sehven galiba, Tuncel Kurtiz’i konuşturan “sağcı” “uç”uk program var: “Sıra Dışı”. Bu programda konuşulanlar öylesine “sıra içi” ki, GORA-AROG’da oynayası sunucu genç durmadan sıra dışı olduğunu vurgulamak zorunda.

Çok açık ve net bir televizyon kanalı olan TvNet ise durmadan yeni yeni filozoflarlar keşfediyor. Neredeyse, Levent Köker, Ferhat Kentel, Etien Mahçupyan, Fuat Keyman, Mehmet Altan’dan oluşan liberal sete taş çıkartırcasına, “sola” yatkın yeni bir İslam entellektüeli seti oluşturmak üzere. Yalnız kesişen bir nokta var her iki set’de de: her ikisi de solculuk taslıyor. Bu sete aday Dücane Cündüoğlu, Kurtuluş Kayalı ve Kadir Cangızbay. Bu yeni televize filozoflardan eski bir dostum (Kadir Cangızbay), kendisine gösterilen şimdilik telefon bağlantısıyla televize edilen tevecühhü, “beni adam yerine kayduğunuz için size teşekkür ederim” demeyi de ihmal etmeden, kim izliyor, nerede izliyor, üniversite kürsüsü mü orası demeden, laikliğin Fransız versiyonuna ekonomi politik analiz getirdi, bir keresinde. Ben izlerken utandım, Gurvitch’in kemikleri sızlamıştır. Bu dostumu orada “adam yerine koyan” enkıromen ise, “estağfurullah, sizi en azından sesinizle tanımış olmaktan gurur duydum” diyor ve türbanlı yazar hanımla soyut mülakatına, doğa üstü ötelere doğru, “Doğu’nun nasıl ötekileştirildiği” bâbından tekrar dalıyor.

Uç kanallarda yeni yeni arz-ı endam eden kabataslak tâdat ve tasvir ettiğim televizasyona uğramış bu düşünce istihbaratı (televize filozofik entelejansiyası) “şey”lerinin (siz ‘TV programı’ veya “konuşmalar” diyebilirsiniz, hâtta biraz daha meselenin içindeyseniz “söylem” demekte de bir beis yok; “söyleniş”, “serzeniş” de uyar) temelinde 12 Eylül faşizminin medyayı üniversite yerine ikame etme süreci yatıyor.

MEME’nin babaçakımındaki geri-zekalı TV’lerde ise mesele daha geniş bir kitleyi hipnotize etmek olduğundan, bu türlü “yüksek gevrek” içeriğe pek aldırış edilmiyor. Oralardakiler, eğer illâ şart ise, Bardakçı-C. Dündar soyutlama düzeyi ile idare ediyorlar. Lazarsfeld ve Merton’un enformasyon bombardımanı ile “narkotizasyon” ve fikrî “tekelleşme” dediği olgunun tezahürü yani.

Bu yeni filozofik televize tekvin, dünyada yer etmiş neo-liberal medya politikalarının bizim gibi geri-zekalılaştırma ile geriye bıraktırılmış ülkelerdeki yeni bir formatı. Bu malumatfuruşlukla insanları söz ve ses manyağı yapan “televizyon formatı”, diğerleri gibi köklerini, 1980’li Reaganizm-Thatcherizm diye medyatik bir adla anılan elektronikleşen finans piyasaları aracılığı ile esnek üretim ve enformasyon teknolojisinin iç içe girmesi sonucunda kapitalizmin kronik düşme eğiliminde olan kâr oranlarını, üretim tarzı düzeyinde arttırma girişimlerinin “yeni medya” adıyla anılan global politikasında bulan, yeni bir televizyon tekvini...Küresel ne-o-liberal medya sektörü, 1980’lerle birlikte ilkönce gelişmiş ülkelerde enformasyon medyası ile eğlence ve telekomünikasyon sektörlerini birleştirdi (CNN/Time-Warner-AOL gibi), sonra da üniversite yerine medayayı ikame etti, haşa hümme haşa bizde değil canım, bize benzeyen az-zekalı, azgelişmiş ülkelerde. Şimdi de filozofi ile milletin kafasını karıştırmak için yeni bir filozofik format deniyor.

Bugün ve bu aşamada Türkiye’de araştırılması ve anlaşılması gerek ki, bizde yeni gibi olan bu “televize entellektüellik” “Batı” dediğimiz yerde otuz yıl kadar önce uygulandı; şimdi ise bizim sıkılıp bıktığımız, sıradan insanların gevezeliklerinin sabahlara kadar sürdüğü “halkçı-popüler/popülist entellektüelin” televize hali olan “Siyaset Meydanı” gibi programları BBC ve Amerikan networleri yayınlıyor. (Büyük bir olasılıkla, Batı’dan yeni yeni ithal ettiğimiz “Yemekteyiz”, “Evleniyoruz”, “Kocamı, Anamı, Bacımı Bulur musun?” gibi “social event” programları bizim o eski “Siyaset Meydan”larımızın bayağılaştırılmış ve özel hayatlara indirgenmiş hali. “Siyaset Meydanı”nda insanlar düşündükleri için bir birbirlerine küfrederken, “Yemekteyiz” programında pişirdikleri ile küfürleşiyorlar. Fark burada. Her yaratıcı içerikte olduğu gibi, TV formatları da bir devr-î daim içinde.)

“Uç”lardaki zıpır çocukların televizyonlarında yer alan bu “entellektüel dönüşüm”ün yeniliği, bizim yerli “ciddi” sosyolog filozofların (Dücane Cündioğlu, Süreyya Sırrı, Kurtuluş Kayalı, Kadir Cangızbay gibi) nasıl da medyanın söz bombardımanının afallatıcı, aptallaştırıcı, cahilleştirici süreçlerine meze yapıldığını şimdilik gizliyor ancak aynı “Siyaset Meydanı”ndan nasıl sıkılıp bıktıysak, bunlardan da bıkınca, geriye, “iyi konuşurdu yahu” demekten başka bir zihinsel tortu bırakmayacak olanların içine düştükleri o “kurtarıcı”, o “yağlı” düşsel “mesih” ipinin yalansıllığını bir kement gibi insan zihinlerinden geçirip, ite kaka bir güzel bulamaçladıklarının farkına varmadan “sizi zihinsel olarak zenginleştiriyoruz, özgürleştiriyoruz” naralarıyla yakalamalarının uzak anıları kalacak. George Gerbner’in deyişiyle, umumen filozofça “yetiştirileceğiz”, ama GDO’lu ürünler gibi. Allah’tan fazla izliyecisi olmayan kanallarda şimdilik bunlar.

Mesele, çok basit; ve bazı İslamcı televize filozofların televizyonda bazen ifşa ettikleri gibi, yazılı olanın hakikâtin o ulvî sırrını açıklayıcı gücü daha fazla olduğundan, zaten eski sufîlerce yazıya bu sebep ile başvurulmamış; bundan sonra da başvurulmamalıdır ve sadece “uçan söz” ile kalınmalı; bu sözdelik, sırra sahip olma mertebesine erişmeyen halk için yeterlidir (Dücane Cündioğlu) gibi tespitlerin bir uygulamasıdır. Küresel kapitalizm de, kendi yarattığı teknolojiden bunu bekler.

İşte, Doğu ile Batı’nın zekası burada, televizyonda, bu ülkede, emsalsiz bir benzeşiklik bulur: Ötekileştirsen de berikileştirsen de, akıl bütün coğrafyalarda aynı akıldır. Biri asırlardır sözlü iletişimle, sırrı “mertebeye erişmemiş olanlardan” gizlemeye yarayan zekasını gösterir (Doğu sufiliği), diğeri o sırrın gizlenmesi için televizyonu “i-mâl” eder (Batı araçsalcılığı). F. S. C. Northrop ise unutulmuştur (The Meeting of East and West,1946).

Ama her televizyona çıktıklarında yazdıkları ve okuduklarını furuş ederek şunu diyeceklerdir bu zıpır televize filozoflar: “Yahu biz zaten o televizyon programlarına yazdıklarımızın daha fazla satması ve sattıktan sonra da okunması için çıkıyoruz, sadece ve sadece okuduklarımızı halka duyurma diğerkâmlığını gösteriyoruz olanca alî-cenaplığımızla, nasıl olur da sadece bizi söz ile “sırrı” gizlediğimizi söylüyorsun?”

Ben değil, siz söylüyorsunuz. Sizin sırrınız yok; kapitalizmi gizliyorsunuz.

Yazı “lâf-ı güzaf” olur, televize gevezelik olunca. Bal gibi biliyorsunuz.

Okuduklarınız anlatılınca “söz” olur. Bu da aşikâr.

Sözünüz yazılmadan, anlaşılmaz bir “kaka-foni” olur.

Televizyonda sadece gazetenin “gaz” tarafı vardır da, ondan. Gazete de televizyonlaştırılmıştır çoktan.

Yani kısacası, televizyon kaka’nın gaz’ıdır. Hepinize televizyon kimlik tanıtımlarında gaz-teci “yazar” dendiği de bundan.

Tekvini küresel kapitalizme endeksli olan televizyonun, entellektüeli de, filozofu da sizin gibi olur; kafası karışık ama çok açık ve net. Ya da derin söylemi sloganlaştırma basitliği ile kadim kelamların terannesi şekline sokulmuş konuşan kafalara dönüşürsünüz. Kafaları karıştırmak için.
Proust bir keresinde, “ayaküstü (veya oturarak) konuşmalarda hiç entellektüellik yoktur” demişti. Joyce ile karşılaştıklarında konuşacak şey bulamadığını eklemişti (Alain de Botton, Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir?, Çev: Banu Tellioğlu, Sel, 2000).

Televizyonlardaki bu zıpır entellektüellerin filozofik tekvini hiç kimseyi aldatmasın. Kitle mecralarında konuşmanın, söz edilecek hiç bir tarafı yoktur. Maksat, ya para (veya ün) kazanmaktır, ya da manipülasyon ve misyon. Bazen dünyevî, bazen uhrevî. Sözün özeti budur.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ne oldu şimdi. Bu mecralar (zaman, saman falan...) kaynak olacaklar (güvenilir, hatta delil olarak gösterilebilir kaynak olarak kullanılabilecekler) ama bu mecralarda programcılar felsefe yapamayacaklar! Oldu mu şimdi yani? Bir cevap bekliyoruz...

RoyalPlato dedi ki...

Adsız'a cevabımız kısa ve öz olacaktır:

Adsız bizce en kısa yoldan Prof. Dr. Ümit Atabek'in rahle-i tedrisatından geçmelidir. Profesör Atabek'in, Vistilefakademik'e yolladığı yorumlar öğreticidir.

Politik olmak le akademik olmak arasında Vistilef'in sürdürdüğü tutarlılık devam edecektir. Üniversiteye siyaseti sokmayacağız...