01 Ağustos 2005

SOSYAL PSİKOLOJİ: Faşizm Üzerine 3




Ulusal Farklılıkları Araştırmak İçin
Deneysel Bir Yaklaşım

Stanley Milgram

Çevirenler:
Mehmet R. GÜRKAYNAK ve Veysel BATMAZ


“Ulusal karakter” araştırmalarının büyük bir bölümü çıkarsamaya dayanmıştır. Kültür parçacıklarından, kurumlardan ya da geçerlikleri belli olmayan klinik işlemlerden çıkarsanarak ulusal kişilik kalıpları ve ulusal farklılıklar incelenmiştir. Az sayıda araştırmacı insan davranışındaki ulusal benzerlik ve farklılıkları incelemek için bireysel davranışın dizgesel (sistematik) ve doğrudan bir gözlemini yapmıştır. Stanley Milgram bunlardan biridir. Aşağıda anlatılan araştırmanın konusu aynı zamanda siyasal bir önem de taşımaktadır: Bireylerin grup baskısına tepkisi. Kullandığı yöntem, onun, gerçek davranışı niceliksel yöntemler kullanan araştırmacılardan daha açık bir biçimde bulunmasına olanak tanıyor.

Araştırma fazlasıyla açık olmasına karşın, şu küçük açıklama belki ayrıca yararlı olur. Milgram, Norveç’li deneklerin grup baskısına –duyularıyla algıladıklarının aksine- Fransız deneklerden daha çok uyma (conformity) gösterdiklerini buldu. Milgram’ın bu olgudan çıkarsadığı şudur: Bu uyma isteği Norveç’teki sosyal güvenlik sisteminin daha iyi bir düzeyde olmasıyla ilgilidir.

ULUSALLIK ve UYMA

Stanley MILGRAM

Ülkelerinin dışına gidenler, gezip dolaştıkları ülkelerdeki insanların özelliklerini, neler yaptıklarını yakınlarına yazmaktan pek hoşlanırlar. Günlük hayatta da birçok değişik “ulusal kalıplardan” sözedilebilir. İtalyanlar “gelgeç ruhlu”, Almanlar “çalışkan”, Hollandalılar “temiz”, İsviçreliler “düzenli”, İngilizler “ölçülüdür.” Ulusal topluluklar hakkında genellemeler yapma alışkanlıkları yeni bir buluş da değildir. Bizans savaş tutanakları düşmanın davranışları konusunda bu tür titiz gözlemleri kapsar; Amerika’lılar da Alexis de Tocqueville’on yüz yıl önce betimlediği “parlak zekalı” nitelikleri hâlâ kendilerinde görürler.

Oysa kuşkucu bilim adamı her an şu soruyu kendine sormalıdır: “yabancı gruplar hakkında söylenenlerin gerçek olduğunu nasıl bilebilirim?” Bu tür söylentilerde önyargı ve kişisel seçme eğilimlerinin rolü olabilir ve nesnel katıların yokluğunda, gerçekle düş ürününü ayırmak bir hayli zorlaşabilir. Bu durumda, salt betimleme sınırlarını aşmak isteyen günümüz araştırmacısını bekleyen sorun şudur: Ulusal gruplar arasındaki davranış farklılıklarının nesnel çözümlemesi nasıl yapılabilir? Bununla demek istediğiniz; öznel yargılara dayanmayan ve aynı yöntemleri kullanan herhangi bir araştırmacının yineleyebileceği bir çözümleme işlemidir.

Değişik ülkelerdeki insanların değişik diller konuştuklarını, değişik yemekler yediklerini, değişik toplumsal alışkanlıkları olduğunu nesnel olarak ortaya koymak zor değildir. Fakat bir adım daha ileri gidip, “karakter” ya da “kişilik” açısından ulusal farlılıklar olduğu gösterilebilir mi? Davranışın daha ince boyutlarına bakıldığında, ulusal farklılıklar açısından çok az kanıt bulunur. Bu kanıt azlığı, bu tür farklılıkların olmadığı anlamına gelmez; yalnızca açık seçik bir yargıya varabilmek için yeterli ve güvenilir bilgilerimizin olmadığını gösterir.

Kendi araştırmamın bulgularına geçmeden önce, bu kaypak sorunu nesnel olarak incelemeye çalışmış başka araştırmalardan da sözetmek isterim. Yaklaşımlardan biri, bir ulusun edebiyatını ve çeşitli kültürel ürünlerini inceleyerek, bunların temelindeki psikolojik özellikleri belirlemek çabası olmuştur. Örneğin, Harvard Üniversitesi’nden Donald V. McGranahan Almanya ve ABD’de sahneye konmuş başarılı oyunları icelemiş ve Alman sahne karakterlerinin daha ilkelerine ve ideolojik düşüncelerine bağlı, Amerikalıların ise daha çok kişisel hazlarla ilgili oldukları yargısına varmıştır. Bu tür bir araştırmanın gözlegörülen sınırlılığı şudur: İncelenen davranış ve tutumlar sahnede olmaktadır ve dolayısıyla yapaydırlar ve gerçek hayata hiç benzemeyebilirler.

Bir başka dolaylı yaklaşım da klinik psikolojinin gereçlerine dayanmıştır. Bu yöntem, küçük ve ilkel toplumları inceleyen antropologlar tarafından öncelikle kullanılmış ve ancak çok yakın zamanlardan modern, sanayileşmiş uluslara uygulanmaya başlanmıştır. Bu tür araştırmalarda RORSCHACH mürekkep testi ve TAT gibi testler kullanılmıştır. TAT testinde, deneğe belli bir ortam gösteren resimler verilir ve bunlarla ilgili bir öykü anlatması istenir. Bu araştırmalardaki başlıca güçlük, kullanılan testlerin geçerliliklerinin yterince saptanmamış olmasıdır.

Son olarak, Elmo Roper ve George Gallup’un hazırladığı türden örneklem araştırmaları, Amerika’da bu konunun incelenmesinde kullanılmıştır. İngiliz toplum-bilimcisi Goofrey Garer, İngiliz Karakteri Üzerine İnceleme adlı yapıtını, 11.000 kişiye uygulanmış bir anketin sonuçları ışığında hazırlamıştır. Anketteki sorular İngilizlerin yaşantılarının evlilik öncesi ilişkiler, okul hayatı, evdeki durum, gibi değişik yönleriyle ilgiliydi.

Oysa, bir çok nedenlerden dolayı, kişilerin bu tür anketlere verdikleri yanıtlar gerçeklere uymayabilir. Anket için yanıtlarını bilerek değiştirebilir ya da kendi davranışları hakkındaki bilgileri gerçekten yanılgılıdır; böyle bir sonuç, bozuk bir belleğin ürünü olabileceği gibi çoğunlukla görülen, kişilerin kendi davranış ve güdülerini yanlış algılamalarından doğabilir.

(Yukarıda belirtilen eksikliklerine karşın), bütün bu yöntemler, ulusal özelliklerin araştırılmasında, önemsiz sanılmamalıdır. Ama uygulamada, eğer bir ülke halkının, diğer bir ülke halkından farklı davranıp davranmadığını öğrenmek istiyorsak en mantıksal yol, o davranışı doğrudan gözlemektir. Kişisel yanılgı ve önyargılara saplanmamak ve ölçümü en duyarlı bir biçimde yapabilmek için, gözlemin deneysel koşullar altında yapılması gereklidir. Bu yönde önemli bir adım, 1954 yılında, Karşılaştırmalı Toplumsal Araştırmalar Kurumu adı ile çalışan bir uluslar arası psikologlar grubu tarafından atıldı. Bu grup Colombia Üniversitesi’nden Stanley Schachter’in geliştirdiği hipotezleri kullanarak yedi Avrupa ülkesindeki okul-çağı çocuklarının tehdit ve reddedilme karşısında gösterdikleri tepkileri inceledi. Araştırmanın asıl amacı ulusal özellikleri incelemek değil, tehdit ve reddedilme ile ilgili belli birtakım kavramları çeşitli uluslar için geçerli olup olmadığını görmekti. Araştırma süresince bazı ulusal farklılıkların ortaya çıkmasına karşın, araştırmacılar bunların özü yansıtmayabileceğini öne sürdüler. Bu farklılıkların, deneysel yöntemin ya da onun temelindeki kavramların yetersizlikleri sonucu ortaya çıkmış olması olasılığı üzerinde durdular. Asıl amacın bir kuramın geçerliğini saptamak olduğu halde, bu çalışma uluslar arası araştırmalar yönünden önem taşır. Ama ne yazık ki, araştırma tamamlanmadan sözkonusu kurum araştırma programlarına son verdi.

Benim kendi araştırmam 1957 yılında başladı. Genel amacım, Ulusal Karekteristikleri araştırırken, deneysel tekniklerin uygulanıp uygulanamayacağını ve özellikle de iki Avrupa ülkesinde (Norveç ve Fransa) “uyma”yı ölçmekti. Uyma kavramını seçmemde bir çok nedenler rol oynadı. Önce, bir ulusal kültürün varlığından sözedebilmemiz için o kültürdeki insanların belli ortak davranış kalıplarına “uyma” göstermeleri ya da bu kalıplara bağlı kalmaları gerekir; kültürel davranışların temelindeki psikolojik mekanizma budur. Ayrıca, uyma kavramı, pek çok toplumsal eleştiriyi üzerine çeken bir konu olmuş, birçokları, insanların başkalarının düşüncelerine fazla duyarlı olduklarını ve bunu modern toplum için sağlıksız bir gelişmeyi göstergelediğini belirtmişlerdir. Araştırmamız için “uyma” konusunu seçmemize son neden de, bu konuda yeterli deneysel yöntemlerin geliştirilmiş olmasıdır.

Araştırmanın en önemli gereci, daha önce Solomon Asch ve sosyal psikologların kullanmış oldukları grup-baskısı deneylerinin geliştirilmiş bir biçimiydi. (“Opinions and Social Pressure”, Solomon E. Asch, Scientific American, Nov. 1955) Asch’ın orijinal deneyinde yarım düzine deneğe belli uzunlukta bir çizgi gösterilmiş ve bunun gösterilen öbür üç çizgiden hangisine boyca eş olduğunu söylemeleri istenmiştir. Gerçekte, bir tane gerçek denek dışında, deneklerin hepsi araştırmacı tarafından parayla çalıştırılan sahte deneklerdi ve kendilerine “yanlış” çizgilerden birini seçmeleri için yönerge verilmişti. Gerçek denek, oturduğu yer dolayısıyla, kendi kararını ortaya koymadan önce diğer deneklerin -yani sahte deneklerin- yanıtlarını dinlemek durumundaydı. Araştırma, bu tür sosyal baskı sonucunda, deneklerin büyük bir kısmının, kendi gözlerine inanmak yerine grubun kararına uymayı yeğlediklerini ortaya koydu.

Bizim deneyimizde kartlara çizilmiş çizgiler yerine akustik ses tonları kullanıldı. Deneklerden beşi sahte denekti ve altıncı, yani gerçek demek üzerinde toplumsal baskı yaratmak için anlaşmışlardı. Denekler iki ayrı ton duyuyorlardı ve kendilerinden bunların hangisini daha uzun olduğunu söylemeleri isteniyordu. Beş sahte denek soruları önceden yanıtlıyor ve gerçek denek bu yanıtları duyuyordu. Sahte deneklerden otuz seferden onaltısına yanlış yanıt vermeleri istenmişti.

Çizgilerin yerine ses tonlarını kullanma nedenimiz, bu tonların “yapay grupları”ın kullanıldığı bir deney için daha geçerli olmasıydı. Yale Üniversitesi’nden iki psikolog, Robert Blake ve Jack W. Brehm, toplum –bakısı deneylerinde sahte deneklerdin deney odasında bulunmalarının gerekmediğini ortaya koymuşlardı. Gerçek deneğin, diğer deneklerin odada olduğunu sanması ve kulaklık aracılığıyla sesleri duyması yeterliydi. Banda almak yoluyla yapay gruplar yaratmak zor değildi.

Gerçek denek laboratuara girince bir çok asılı palto görüp başka deneklerin de orada olduğu sanısına kapılıyordu. Denek altı tane kapalı kulübeden birine götürülüyor ve kendisine mikrofonla, kulaklık veriliyordu. Yönergenin verilişini mikrofondan dinlerken “diğer deneklerin”de seslerini duyup diğer kulübelerin de dolu olduğunun izlemine kapılıyordu. Deney sonrasında da, kendi yanıtını vermesi istenmeden önce banda alınmış diğer beş yanıtı duyuyordu.

Teknik bir yanlışlık yaptığımız zamanların dışında, denekler aldatıldıklarının farkına varmadılar. Deneklerin çoğu deneye kendilerini iyice verdiler. Ve beş kişinin fikir birliğine tek başına karşı durmak durumunda olduklarını farkedince gerilimli durumlar ortaya çıktı. Kendilerini derin bir gerçek çıkmazda bulan denekler bu çıkmazdan ya diğer deneklerin yarattığı toplum baskısına “uyma” göstererek ya da baskıdan bağımsızca hareket ederek kurtulabileceklerdi.

Tekniğimizi Harvard Üniversitesi’nde geliştirip, düzelttikten sonra Norveç’li ve Fransız deneklerle çalışmaya hazırladık. Bu iki ulusal çevreden hangisindeki kişiler gruba daha fazla uyuma gösterecekler, hangisinde, daha bağımsız davranacaklardı?

Norveç araştırmasında kullanılan deneklerin çoğu Oslo Üniversitesi öğrencileriydi. Burası Norveç’in en belli başlı üniversitesi olduğu için iyi bir coğrafi temsil sağlanabildi. Paris’teki araştırma için Norveç’li deneklere yaş, eğitim düzeyi, eğitim alanı, cinsiyet, medeni durum bakımından eş, toplumsal sınıf bakımından da mümkün olduğu kadar yakın olan denekler seçildi. Paris okumak için Fransa’nın bütün yörelerinden gençleri topladığı için, burada da bütün coğrafi bölgeler iyi temsil edilmekteydi.

Norveç’teki deney, bir Norveç’li tarafından yürütüldü; banda alınan seslerin hepsi Norveç’lilere aitti. Fransa’da da deneyler Fransızlar tarafından yürütüldü. Norveç’li ve Fransız sahte deneklerin ses ve konuşma biçimlerini eş tutabilmek için çaba harcandı. Her iki dilin de ayrıntılarına kulağı duyarlı olan kişiler, grup atmosferinde eşitliğin elde edildiği kararını verene kadar bir çok ses bantları doldurduk.

İlk deney kümesinde 20 Norveç’li ve bir o kadar Fransız denek kullanıldı. Norveç’li denekler deneysel uygulamaların yüzde 62’sinde gruba uyma gösterirken, Faransızlarda bu oran yüzde 50 idi.

Sonradan, her deneğe deneyin düzenlenişi hakkında bilgi verildi ve tepkilerini söylemeleri istendi. Her iki ülkede de hemen tüm denekler deneyi olduğu gibi kabul ettiklerini ve grubun baskısını gerçek olarak duyduklarını söylediler. Nordland’daki bir çiftlikten gelen Norveç’li bir öğrenci, “deney çok akıllıca düzenlenmiş, bana açıklanana kadar aldatmaca olduğunu anlamadım. Tabii bu biçimde kendimi ortaya koymak biraz utandırıcı oldu” dedi. Özeleştiri yapan Oslo’lu bir öğrenci “müthiş bir aldatmacaydı ve ben tuzağa düşmekle aptallık ettim. Psikoloji ile uğraşmak zevkli olsa gerek” dedi. Psikolojik araştırma yöntemlerinden etkilenen Fransız öğrencilerden de bunlara benzer tepkiler geldi. (İki ülkede de psikolojik aldatma ve hileler hakkında fazla bilgileri yoktu.)

Norveç’te ve Fransa’da birer deney yapıp bundan sonuçlar çıkarmak tabii ki, yüzeyde kalmak olurdu. İkinci bir deney kümesinde, deneklerimizin deneyin önemi hakkında tutumlarını değiştirmeye ve bunun bulgularımıza herhangi bir etki yapıp yapmayacağını incelemeye karar verdik. Deneklere, deney sonuçlarının uçaklardaki güvenlik uyarı dizgelerinin yapımında kullanılacağını söyledik ve böylece deneyi bir ölüm-kalım sorunu durumuna soktuk. Önceden de görülebileceği üzere, bu durumda denekler gruptan daha bağımsız davranmayı başardılar ama gene de Norveç’lilerdeki uyma (%56), Fransızlarıkinden (%48) yüksekti.

Daha bu araştırmaya başlarken düşünülmesi gereken bir olasılık Norveç’li ve Fransızların ses tonlarındaki uzunlukları ayırdetme yetikliklerinin (capacity) farklı olması ve bu nedenle Norveç’lilerin daha fazla yanlış yapmalarıydı. Her deneğe bir ton-ayırdetme testi uygulandı ve her iki ülke öğrencileri arasında bu konuda bir farklılık olmadığı saptandı.

Uyma deneylerinin ilk iki kümesinde de denekten istenen yalnızca bir sorunu, karşıt düşüncede bir grup içerisinde çözümleyip karara varması değil, aynı zamanda, verdiği kararı herkesin duyabileceği biçimde (ya da denek öyle sanarak) yüksek sesle söylemesiydi. Biliyoruz ki en açık seçik uyma anlatımları kamusal alanlardır. Örneğin, kabul edilmiş giyim ve davranış kalıplarına karşı çıkan bir kişi ananda ve eleştirel bir tepkiyle karşılaşabilir. Bu yüzden, Norveç’lilerin sadece “herkesin önünde” ve yüksek sesle yanıt vermek zorunda oldukları zaman mı daha çok uyma gösterdiklerini saptamaya gereksinim duyduk. Bunun için her iki ülkede de (20 Norveç’li, 20 Fransız öğrenciye uyguladığımız) bir araştırma daha yaparak deneklerden yanıtlarını yüksek sesle ortaya koymak yerine kağıda yazmalarını istedik.

Tepkiyi herkesin önünde gösterme zorunluğu ortadan kalkınca, her iki ülkede de uyma derecesi düşüşü gösterdi. Buna karşın üçüncü kez gördük ki Fransız denekler Norveç’lilere görece daha bağımsız davrandılar. Paris’te öğrenciler deneysel uygulamaların yüzde 34’ünde gruba uyma gösterirken, Oslo’da bu oran yüzde 50’ye yakındı. Yani, kamusal tepki zorunluğun kalkması uymayı Fransa’da yüzde 14 ve Norveç’te sadece yüzde 6 oranında düşürmekteydi.

Norveç’lilerin “kapalı oy” yoluyla da olsa, çoğunlukla grup yönünde “oy” vermeleri şaşırtıcıdır. Şöyle bir açıklamaya gidebiliriz: Sıradan bir Norveç’li –nedeni ne olursa olsun- özel eylemlerinin sonuç olarak başkaları tarafından da öğrenileceği inancını taşımaktadır. Norveç’lilerle yaptığımız konuşmalar dolaylı olarak bu açıklamayı destekler görünümdedir. Tepkilerin özel olarak çözümleneceği yolunda ısrarlı davranışımıza ve yanıtlarımıza karşın, bir denek eğer gruba kesinlikle karşı çıkarsa bunu gruba anlatacağımızdan ve tartışma konusu edeceğimizden korktuğunu söyledi.

Onaltı seferden onikisinde grup yönünde davranmış olan başka bir Norveç’li denek de şu açıklamayı yaptı: “Bu günkü dünyada fazla muhalefet göstermemek gerek. Lisedeyken şimdikinden daha bağımsızdım. İnsanı topluma daha fazla uymaya zorlayan modern hayat tarzıdır. Herşeye karşı çıkıp durursan kötü gözle bakılırsın. Belki de deneydeki davranışımda bunun etkisi oldu.” “Özel olara yanıt verdiğiniz halde bu gene böyle mi oldu” diye sorulduğunda, “Evet, kulübede tek başına olmama karşın, kendimi herkesin önündeymişim gibi düşünmeye zorladım.” dedi.

Norveç’li ve Fransız deneklerin grup düşüncelerine olan duyarlılıklarının bir başka yönünü ölçmek için dördüncü bir deney hazırlandı. “Sahte grup, deneği açıkça ve yüksek sesle eleştirirse ne olur?” sorusuna yanıt aramaya çalıştık. Bu koşul altında uymanın fazlalaşmasını bekliyorduk. Öte yandan doğrudan saldırı ve eleştiri ile karşılaşmak bağımsızlık gösterisine de yol açabilirdi. Üstelik, Norveç’liler ve Fransızlar birbirlerinden farklı tepki gösterebilerlerdi. Meslekdaşlardan bazıları bu tür açık eleştirinin sadece Fransızları kızdıracağını, inatçı olmalarına ve grup baskısına daha fazla dayanıklılık göstermelerine yol açacağını düşünmüşlerdi.

Bu düşünceleri sınamak için bazı bantlar doldurduk; bu bantlar, denek, gruba aykırı yönde yanıt verdiğinde ona duyuracağımız belli birtakım tepkilerden oluşuyordu. Bu ters tepkilerden ilki, grup üyelerinden birinin istihza (snicker) ve hoşnutsuzluğunu gösteriyordu. Daha sonrakiler biraz daha sert tepkilerdi. Norveç’te kullanılan, günlük bir eleştiri cümlesi olan “gösteriş yapmaya mı çalışıyorsun?”du. (Skal du stikke deg ut?) Fransız grubunda da benzer cümleler kullanıldı. Paris’teki deneyde, bir denek, gruba karşı çıktığında kulaklıklar aracılığıyla şöyle bir tepki duyuyordu: “Göze çarpmaya mı çalışıyorsun?” (Voulez-vous vous faire remarqer?)

Hem Norveç’te hem de Fransa’da bu tür açıktan eleştiri uymayı arttırdı. Bu deneyde, Fransa’daki öğrenciler deneysel uygulamaların yüzde 53’ünde çoğunluğa uydular. Norveç’de bu oran yüzde 75’e yükseldi. İki ülkedeki deneklerin eleştirilere gösterdikleri tepki oldukça ilginçti. Norveç’te, denekler eleştirileri sessizce kabullendiler. Fransa’da ise, deneklerin yarıdan çoğu kendilerine yöneltilen eleştirilere karşı tepki gösterdiler. İki Fransız öğrenci o kadar kızdılar ki, kendilerini eleştiren sese küfür dolu bir dille yanıt verdiler.

Deney sonrası konuşmada, bütün deneyin gerçekte teyp bantlarında kayıtlı olduğunu kendilerine anlattığımız zaman bile deneklerin bir çoğu bize inanmadı. Özellikle, kendilerinin nasıl bir tepki göstereceklerini önceden kestiremeyeceğimize göre, bu sözel eleştirileri nasıl olup da bu kadar uygun zamanlarda kullandığımızı anlamakta güçlük çektiler.

Biz bunu iki ayrı teyp kullanarak sağlamıştık. Bu teyplerden biri standard (yani üzerinde tonlar ve grup yargıları olan) bandı çalıyordu…. Öbüründe ise sadece sözel eleştiriler yer almaktaydı. Bu iki araç ayrı ayrı yönetiliyordu, böylece, gerçek deneğin tepkisi nasıl bir eleştiri gerektiriyorsa, ona tama zamanında duyurabiliyorduk.

İlk bulguların açıklanmasına yardımcı olmak üzere bir küme deney daha hazırlandı. Örneğin, birçok Norveç’li denek, deney sonrası konuşmalarımızda, kendi yargılarından emin olmadıkları için gruba uyduklarını, eğer kuşkularını giderecek bir yol olsa daha bağımsız davranacaklarını söyleyerek, “uyma” davranışlarına bir neden uydurmuşlardı. Söylediklerini sınamak için bir deney hazırlandı. Deneklere, son yargılarına varmadan önce ses tonunu yeniden inceleyebilme izni verildi. Ses tonlarını yeniden duymak istediği zaman kulübesindeki zili çalacaktı. Daha önce, olduğu gibi, denek, eğer uyma göstermezse açıkça eleştiriliyordu ama sesleri yeniden duymak istediğinde eleştirilmiyordu. Ses tonlarını yeniden duymak istemenin bağımsızlık gerektiren bir davranış olduğu ortaya çıktı. Bu deneysel uygulamada sadece 5 Norveç’li sesleri duymak isterken, 14 Fransız bu “yürekliliği” gösterdiler. Ve yine, genel olarak ele alındığında, Fransızlar daha fazla bağımsızlık göstermekteydiler. Fransızlar deneysel uygulamaların yüzde 58’inde grup yönünde oy kullanırken, bu oran Norveç’lilerde yüzde 69’du.
Bundan sonra, araştırmayı üniversite çevresinden ayırıp, bir fabrikada uyguladık. 40 tane Norveç’li sanayi işçisine test uyguladığımızda, bunların uyma düzeyinin Norveç’li öğrencilere oldukça eşit olduğunu bulduk. Bir önemli ayırım vardı: Deney sırasında öğrenciler çoğunlukla gerilim altında sıkıntılı ve rahatsızdılar. Buna karşın, sanayi işçileri daha yumuşak, şakacı davrandılar ve deneyin temelindeki aldatmacayı kendilerine anlattığımız zaman bunu eğlenceli buldular. Henüz deneyi bu şekliyle Fransız sanayi işçilerine uygulayabilmiş değiliz.

Veriler nasıl çözümlenirse çözümlensin, Fransızlar arasıda bağımsızlığın, Norveç’lilere görece daha fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. 16 deneysel uygulamanın her birinde uyum gösteren Norveç’li denekler yüzde 16’yken, Fransız denekler yüzde 1’di. Fransız öğrencilerin yüzde 41’i ve Norveç’li öğrencilerin sadece yüzde 25’i gerçek güçlü bağımsız davranışlar ortaya koydular. Her iki ülkede de uygulanan beş deneyin tümünde Fransız denekler grup baskısına daha fazla karşı koymaktaydılar.

Bulgularımızın konuyu tam olarak saptayıcı olduğu söylenemez. Genişletilmesi gereken bir araştırmanın başlangıç noktaları olarak kabul edilmelidir. Tamamlanmış olmamalarına karşın, bu bulgular, ulusal karakter üzerine öne sürebileceğimiz spekülasyonlardan daha güvenilirdir.

Tabii ki, deney sonuçlarının bu ülkelerin günlük yaşayışta gözlenebilen kültürel özelliklerine uygun olup olmadığını saptamak yararlıdır. Eğer deneysel bulgularla genel izlenim arasında bir çatışma varsa, bu çatışma çözülene kadar deneyler ve çözümlemeler yapmak gerekir. Belki de bu çatışma ya da farklılığın nedeni, kültüre berrak bir gözle değil de önyargı ve kalıplaşmış bir düşünce biçimiyle bakmaktır. Bizim araştırmamızda, deney ve gözlem arasında yeterli uyarlık var gibi gözükmektedir.

Değeri çok kısıtlı olmasına karşın, biraz da adı geçen iki ülke ile kişisel izlenimlerimi sunmak istiyorum: Norveç toplumunu oldukça birbirine bağlı insanların oluşturduğunu izledim. Norveç’liler grupla özdeşleşmeye yöneliktirler ve çevrelerindeki diğer insanların gereksinme ve ilgilerine karşı duyarlıdırlar. Toplumsal sorumluluk duyguları, Norveç halkının toplumsal güvencesini sağlamak için birçok kurumun oluşturulmasına yol açmıştır. Kişiler, toplumsal yardım programlarını gerçekleştirmek için gerekli olan ağır vergilendirme sistemini içtenlikle onaylarlar. Bu tür bir toplumsal birliğin yüksek düzeyde uyma ile elele gitmesi şaşırtıcı değildir.
Norveç’lilere görece, Fransızlar hem toplumsal hem de siyasal hayatta daha az bilinç birlikteliği (consensus) ortaya koyarlar. Norveç’lilerin 1814’te yazılmış olan tek bir anayasaya hala bağlı olmalarına karşın, Fransızlar dört ayrı cumhuriyet deneyiminden sonra bile siyasal sağlığa kavuşmamıştır. Bunu, sosyal psikolojinin genel bir kuralı olarak ortaya atmamakla birlikte, diyorum ki, Fransız ulusal hayatında görülen bu düşünsel farklılık ve dağınıklık bireysel düzeyde de kendini göstermektedir. Köşe başındaki bistorya kadar uzanan bir gelenektir eleştiri, tartışma ve düşünce ayrılığı… İnceleyici düşünüşe ve yargıya verilen yüksek değer çoğunlukla mantıksal sanırları aşmış görünmekte ve sadece bu bile, deneyimizin Fransız toplumu için ortaya koyduğu “uymanın az olduğu” sonucunu açıklamaya yetebilir. Ayrıca Stanley Schachter’in de göstermiş olduğu gibi, değişik düşüncelerin sürekli varlığı kişiyi toplumsal baskıdan kurtarmaya yaramamaktadır.

Oy verme davranışı ile ilgili yeni araştırmalarda ABD’de de aynı nokta vurgulanmaktadır. Kişi değişik düşüncelerle ne kadar fazla yüzyüze gelmişse, yetişmiş olduğu grubun oy verme kalıplarından sıyrılması da o kadar kolaylaşmaktadır. Bütün bu anlatılanlar, Fransız öğrencilerin gösterdiği göreli bağımsızlığı açıklamakta yardımcı olmaktadır.

Deneylerimiz gösteriyor ki, bazı eleştirmenlerin bizi inandırmaya çalıştıklarının karşıtı, toplumsal uyma ABD’ye özgü bir olgu değildir. Toplumsal dizgenin işleyebilmesi için bir ölçüde uyma zorunlu görünmektedir. Asıl sorun, kişisel ve bağımsız karar verme işleyişiyle toplumsal yetke arasında gerekli dengeyi kurabilmektir.

Ülke sınırlarının davranışsal farklılıkları yansıtmakta geçerli bir birim olup olmadığı sorusu sorulabilir. Benim kendi sanılarıma göre, bu sınırlar ancak kültürel, çevresel ve biyolojik bölümlere uydukları sürece yararlı olurlar. Çoğu zaman sınırların kendileri ortak kültürel davranışın farklılıklarının bir işaretidirler. Ve bir kez kurulduktan sonra bu sınırlar, kendi toplumsal iletişimlerinin de sınırlarını oluştururlar.
Bütün yukarıda anlatılanlara karşın, ülkelerarası kültürlerin karşılaştırılması, tek bir ülke içindeki davranış farklılıklarını görmemize engel olmamalıdır. Hem Norveç’liler hem Fransızlar, tam bağımsızlıktan, tay uymaya kadar değişen geniş bir davranış uzantısı göstermektedirler. Belki de hiç bir önemli ulusal karşılaştırma yoktur ki, benzerliklerin derecesi farklılıkların derecesine en azından yaklaşmasın.. Ama, bunu bilmek bizi değişik ulusların davranışları hakkında normlar oluşturmaktan ve istatistik geçerliği olan genellemeler yapmaktan alıkoymamalıdır.

Hiç yorum yok: